28 Nisan 2020 Salı

7 - Cem Akaş

1992 senesinde ilk kez 6.45 tarafından yayımlandıktan bir süre sonra önce şehirde yayılmaya başladı 7'nin fısıltısı, sonrasında ise ülke çapında tartışmasız bir "kült" roman haline dönüştü. Akaş'ın eserini yazmasının üzerinden tam 20 yıl geçti ve kitap tekrar ilk yayımcısından el yapımı bir özel kapak tasarımı ile "20. yıl özel baskısı" olarak dizayn edilip okura sunuluyor.

50 Soruda Psikiyatri - Ali Nihat Babaoğlu

Psikiyatri nedir, psikiyatri uzmanı kimdir? 
Psikiyatrik bozukluklar ne zaman ve nasıl bozuk sayılır, ne tür bozulmalar görülür? Şizofreni nedir? 
Kaç türlü duygudurum bozukluğu vardır? 
Anksiyete bozukluğu nedir? Hangi fobiler ayırt edilebilir? 
Cinsel bozukluklar ve cinsel kimlik bozuklukları nelerdir? 
 Uyku bozuklukları neden kaynaklanır? 
Kişilik bozuklukları nelerdir? 
Psikiyatride hangi ilaçlar kullanılmaktadır ve bunların etkinlik alanları nelerdir? Psikoterapi modelleri nelerdir? 
Varoluş analizi ne demektir? 
Analitik, dinamik, danışan merkezli psikoterapi; grup, aile, Gestalt terapileri; imajinatif ve yaratıcı terapiler; sanat, hareket, dans ve oyun, ortam ve uğraşı terapileri nelerdir? 
Dinsel esinimli terapiler var mıdır? Psikodrama nedir? 
Adli psikiyatri nedir ve nasıl işler?

27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları - Cemil Koçak

"Yakın dönem siyasi tarihimize ilişkin yayımlanabilen pek az sayıdaki belge tomarına bir yenisi ekleniyor: 27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları... 27 Mayıs 1960'ın 50. yıldönümünde bu belgeler geçmişimize ilişkin tartışmalarımızda önemli rol oynayacaktır. Tutanakların önemi ve değeri hakkında herhangi bir yorumda bulunmak bile gereksiz. 

27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları, bir dönemin zihniyetini açığa çıkarmak bakımından önemli belge niteliğindedir. [...] 27 Mayıs Bakanlar Kurulu elbette dönemin yegâne yürütme gücü değildi. Hatta esas yürütme gücü de sayılamazdı. 

Aksine, MBK'nın yanında, olsa olsa ancak ikinci derecede yürütme gücüne sahipti. Bu gücü bağımsız kullanma imkânına da sahip değildi. Bakanlar Kurulu inisiyatif alabilecek yürütme gücü olmaktan çok uzaktı. Bu bakımdan Bakanlar Kurulu'nu değerlendirirken, onu bağımsız yürütme gücü olarak düşünmek haksızlık olacaktır. 

 Diğer yandan, Bakanlar Kurulu üyelerinin askeri bir hükümete katılırken bunun olası sonuçlarını öngörememiş olmaları, ayrıca üzerinde durmayı gerektirir. Belki de bazı üyeler, 27 Mayıs darbesiyle askerlerin görevlerini yerine getirdiklerini düşünmüşlerdi. Artık görev, askerlerden çok yeni hükümete düşecekti. 

Bu düşüncenin ne denli yanıltıcı olduğunu tecrübe ederek öğrenmiş olmalılar. Birinci Cemal Gürsel Hükümeti'nde kısa sürede meydana gelen önemli ve dramatik değişiklik, kanımca bu gerçekçi olmayan düşünce ile yakından ilgili olmalıdır. Bununla beraber, Bakanlar Kurulu'nun zaman zaman bu gerçekçi olmayan düşünceyi seslendirmeye devam ettiğini de biliyoruz." 

Steno ile tutulup daktilo edilen, 2 Haziran 1960-16 Kasım 1961 tarihleri arasındaki 123 Bakanlar Kurulu tutanağından ulaşılabilen 111'ini kısaltmadan ve hiçbir sansüre uğratmadan yayımlayarak, yakın dönem siyasi tarihimize büyük bir katkı yaptığımıza inanıyoruz.

2012 Mardukla Randevu - Burak Eldem

Güneş sistemimizde son sınır, Pluton değil. Modern astronomların 1930'lardan beri "Gezegen X" kod adıyla izini sürdükleri, ancak yerini henüz saptayamadıkları dev bir gök cismi, kuyrukluyıldızlara benzeyen eliptik yörüngesiyle her 3661 yılında bir dünyamızın yakınından geçiyor. 
Sümerler ona "Geçiş Gezegeni" anlamında Nİ.Bİ.RU dediler; Babil astronomlarıysa güçlü tanrıları MARDUK'un adıyla onurlandılar; Mısır'da, "Milyonlarca Yılın Gezegeni" diye anıldı. 
Son yörünge geçişini İ.Ö. 1649 yılında yapan bu dev gök cismi, Thera yanardağının patlamasını da içeren bir dizi doğal afete yol açmış; aralarında "Mısır'dan Çıkış"ın da (Exodus) bulunduğu mitlere esin kaynağı oluşturmuş; Yakındoğu başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde siyasi ve sosyal dengeleri altüstü etmişti.

Türkiye Büyülü Hapishanem - Yalçın Küçük

"Kendi halinde "insanlık" olur mu, diğer insanların görüp de teslim etmedikleri bir "insanlık" demek istiyorum ve olması gereklidir. Mutlak ve bağımsız bir "insanlık" dönüşülmelidir; atasözlerini, halk felsefesi cümleleri sayacak olursak, dilimizdeki insan kıymetini insan bilir.. Sözüne baktığımızda bunun kolay olmadığını görebiliyoruz. İnsan bilmese de insan olmalıdır ve diğer insanlardan bağımsız bir insanlık olduğuna inanıyorum; bu, yaşama gücümüzdür."

Ben cezaevi sırrını Dostoyevski'de çözdüm; gardiyanlık insan iradesini kırma mesleğidir, diyordu. Tek kelimeyle dâhiyane;dâhi, çok hızlı görebilendir ve bu nedenle bazen görünmeyeni görendir. Hapsetmenin bir tek fonksiyonu var: bireyde istemeyi ortadan kaldırmak. Dün ve bugün, cezaevinin esansı budur ve bu da insanlık dışıdır. 

Şimdi o demir ranzaya bakıyorum, ne kadar çiçekli; her tarafını ve bu arada her tarafımı çiçekle donatmış olduğum anlaşılıyor. Bir tek burun deliklerimde çiçek yok; sanki duvar ve demirin cansızlığından, çiçekle intikam alıyordum. Hep çiçek istiyordum. Herkes çiçek istiyordu. Fakat, Dostoyevski,bir dâhidir ve hapishane, istemeye düşmandır...

Dahi Diktatör - A. M. Celal Şengör

Atatürk hâlâ önemli mi bizim için? Çok önemli. Peki akıl bizim için önemli mi, aklımızı kullanmak zorunda mıyız? Buna verilecek cevap neyse, Atatürk'ün bugün bizimle ilgili olup olmadığı, onun adını hatırlayıp hatırla-mamız, onun yaptıklarından ders alıp almamamız gerektiği ortaya çıkacaktır. Kendisinin de söylediği budur.

Atatürk bize aklın neler yapabileceğini göstermiştir. Bunun mümkün ol-duğunu göstermiş; ama "Ben böyle diyorum, böyle yapın" dememiştir. Bilakis, "Ben hiçbir şey söylemiyorum, sadece aklınızı rehber edinin" demiştir. Yaptığı bütün inkılapların gayesi de aklın rehberliğinde Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağa uygun, bütün mana ve biçimiyle uygar bir toplum haline dönüştürmektir.

Atatürk bir diktatör mü, değil mi? Son yıllarda yazılmış en iddialı Atatürk kitabı olmaya aday bu eserde bu ve daha birçok sorunun cevabını bulacaksınız.

(Tanıtım Bülteninden)

24. Gün Öğleden Sonra - A. Hakan Soysal

24. Gün Öğleden Sonra zevkle okunabilecek polisiye romanlardan biridir. Sevgilisi ırmak’tan ayrılmış olan yazar Ahmet 24 gün boyunca içmiş ve sonrasında komiser arkadaşı olan Talat’a denk gelir. Talat yazara o eski evinde ne saklıyorsa derhal çıkarmasını söyler. 

Ahmet arabasına baktığında arabası kan içinde olduğunu görür ve önceden silahını gömdüğü yere gider ve gözlerine inanamayacağı bir şey ile karşılaşır. Yerde kesilmiş bir kafa ve fark eder ki bu eski sevgilisi olan Sevil’in kafasıdır. Ahmet ne olduğunu anlamadan onu almaya gittiğinde kafa sayısı ikiye çıkar ve diğer kişinin de Irmak olduğunu görür. 

Acaba Ahmet’e birisi komplo mu kurdu ? 
Bunu yapan kim olabilirdi ? 
Nasıl bir psikolojik baskı altında kaldı ? 
Peki ya tanıdıklarıyla ilişki ne yönde gelişti ?


Kabala Yahudi Kadim Mistik Öğretisi - A. Ekrem Ülkü

Yahudi mistisizmi 4000 yılı aşkın bir süredir, tüm ezoterik öğrencileri derinden etkilemektedir. Kabala öğreti son 2000 yıllık süreçte yazıya geçirilmiş ve bu konuda pek çok kitap yazılmıştır. Ancak bunların çoğunun ortak sorunu belirli bir kesim hariç anlaşılmaz olmalarıdır. 

Elinizdeki kitap bu sorunu aşmak için herkes tarafından olabildiğince anlaşılabilir ve açıok seçik olarak kaleme alınmıştır. Kaba la öğretisi, hem antik felsefeye hem de çağdaş felsefe ye zengin anlayışlar kazandırmıştır. Felsefe, psikoloji ve dine Kabala sembollerinin merceği ile bakıldığında, daha derin anlamlar ortaya çıkar. Bunun sonunda bu kadim mistik hazine, çağdaş ve postmodern felsefe yaklaşımı ile psikoloji ve tanrıbilim için de yer bulabilir. 

Ayrıca Kabala'nın altyapısı akılsal bir yaklaşımla günümüze de uyarlanabilir. Bir örnek vermek gerekirse, Kabala'nın kaynaklarından Sefer Yetzirah'da anlatılan Evren Yaratılış süreci, modern bilimin benimsediği Big-Bang teorisi ile bire bir benzerlik göstermektedir. 

Zifir - Orkun Uçar & A. Burak Turan

Cinler, insanlar, şeytanlar ve isyankar melekler zifiri bir savaşın eşiğinde! ...
Hacer-ül Esved’de gizlenen sır neydi? Amerikan askerleri Kabe’ye neden baskın yaptı? Papa ve Amerikan Başkanı Bush nasıl öldürüldü? Dünya insan kanına nasıl boğuldu?
Cehennemde büyük savaş! Şeytanın orduları yeryüzünde savaşıyor. Karanlık çağlarda, insan öncesi dünyada yaşananlar! Kız Kulesi’nin altındaki sır neydi?


Varlık Vergisi Gerçeği - A. Başer Kafaoğlu



A. Başer Kafaoğu bu kitabında, 11 Kasım 1942 yılında çıkarılan “Varlık Vergisi" hakkındaki kanunun uygulanışı ve sonuçlarıyla ilgili tartışmalara ışık tutuyor. Yazar, Salkım Hanımın Taneleri adıyla yayımlanan kitabın ve aynı isimle kamu olanakları harcanarak çevrilen, ödüllerle donatılan filmin çarpıttığı gerçekleri yerli yerine oturtuyor. Kafaoğlu, Batı’nın Türkiye’ye dayattığı azınlık politikalarının bir devamı olan “Varlık Vergisi ile azınlıklara baskı ve zulüm uygulandı” iddialarına karşı, aynı dönem, köylülerin ve emekçilerin çektiği sıkıntıları ve acıları bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.

27 Nisan 2020 Pazartesi

Küçük Ağa - Tarık Buğra

KİTAP HAKKINDA BİLGİ
Küçük Ağa, Tarık Buğra’nın en tanınmış ve en çok ses getiren romanıdır. 1963 yılında ilk kez basılan kitap 486 sayfadan oluşmakta ve tek ciltten ibarettir. Son basımı 2000 yılında Ötüken Yayınları tarafından yayınlanmıştır. Tarihi Roman türündeki kitapta, Birinci Dünya Savaşı sonrası halkın düştüğü zor durum ve milli mücadele konu alınmıştır. Anadolu kasabalarında işgallere karşı direnişlerin gerçekçi anlatıları kitabın önemini artırmaktadır.
KONU
Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Osmanlı Devleti eski gücünü, heybetini kaybetmeye başlamış, isyanlar ve işgallerle zayıf duruma düşmüştür. Kitapta , bir Anadolu kasabası olan Akşehir'den yola çıkılarak, kurtuluş mücadelesinin bir bölümü anlatılmaktadır.Olaylar Akşehir’in bir kasabasında başla ve gelişir.
1-Dünya Savaşı sonrası Akşehir’de durum: Dünya Savaşı resmen sona ermiş olmakla birlikte , Osmanlı Devleti üzerinde yarattığı etkiler tüm gücüyle devam emektedir. Savaş sonrası bir çok asker memleketlerine geri dönmüştür. Zayiatın büyüklüğü evlerine dönen erlerin çoğunun gazi oluşuyla daha da iyi anlaşılmıştır.
Bu erlerden biri de Salih adlı Akşehirli bir askerdir. Memleketine döndüğünde kaybettiği kolunun acısıyla beraber , ülkenin durumunu daha acı bir şekilde anlayan Salih gittiğinden beri çok şeyin değiştiğini görür. Önceleri dost olarak yaşayan Rumlar ve kendi halkı şimdi birbirinden soğumuştur. Salih’in samimi arkadaşı olan Niko da bir Rum dur ve gelişmelerden o da etkilenmiştir.
Yavaş yavaş Yunan ve İngiliz ordularının işgal haberleri gelmekte ve iki halkın birbirine olan düşmanlığı artmaktadır. Salih ise yüzyıllardır Osmanlı himayesinde rahatça yaşayan Rumların bu davranışını bir ihanet olarak görmekle beraber arkadaşı Niko’dan kopamamaktadır. Rumlarla olan dostluğu kasabalı tarafından fark edilir ve kasabalı Salih’i dışlar.Salih artık sürekli Niko ve O’nun çevresiyle dolaşır olmuştur. 
Artık Osmanlı ve Padişaha olan güvenci de sarsılmıştır. Kaybettiği kolunun hayatına tesiri büyük olmuştur. Kimsenin O’na hak ettiği saygıyı göstermediğine inanan Salih kendini namazdan niyazdan çekmiştir. Öte yandan halk işgallere tepkisiz kalmama kararı almıştır fakat bunun kimin önderliğinde yapılacağı karmaşası vardır.
2-Hoca’nın gelişi ve Kuvva-Hoca çatışması: Salih günler geçtikçe kendi kasabalısının tepkisini kazanmış ve artık istenilmeyen biri olmuştur. Bu sırada kasabaya İstanbullu Hoca adında bir hoca gönderilir. İstanbul’dan gönderiliş amacı kasabada padişaha ve Osmanlı’ya bağlılığı teşvik edici düşünceyi sağlamaktır.
Hoca gerçekten de çok etkili bir insandır ve halkın büyük beğenisini ve takdirini kazanır.Vaazlarda cemaate Osmanlı padişah ve din lehinde düşüncelerini aktarmaktadır. Bu sırada memlekette Hoca’nın düşüncesine tam ters olmamakla birlikte, kurtuluş ümidi olabilecek bir örgüt kurulmaktadır. Kuvayı Milliye adı verilen bu örgüt Anadolu’da işgalleri önlemek ve İstanbul ve padişah yönetiminin boyunduruğundan kurtulmak için kurulmuştur.
Fakat Kuvayı Milliye’nin işi çok güçtür. Memlekette işgallere karşı veya işgallerden yana bir çok örgüt vardır. Kuvayı Milliye önce bu örgütleri kendi tarafına çekmeli veya bertaraf etmelidir. Hocanın vaazları da Kuvayı Milliye ilkelerine ters düşmektedir. Hoca her fırsatta padişaha bağlılıktan bahsetmektedir, Kuvayı Milliye ise padişahtan kurtulmak, yeni bir yönetim kurmak amacını gütmektedir.
İşte bütün bu ihtilaflar dolayısıyla Kuvayı Milliye yandaşları ve Hoca arasında bir elektriklenme ve zıtlaşma meydana gelir. Hoca ise halka kendini çok sevdirmiştir çünkü her yönüyle iyi ve doğru bir insandır. Fakat Hoca da kendi içinde bir yandan yaptığı işin gerçekten doğru olup olmadığının sorgulamasını, padişaha olan güvencinin doğruluğunun şüphesini yoklamaktadır. Kuvvacılarla Hoca arasındaki çatışma zamanla iyice açık şeklini alır ve vaazlarda karşıt fikirler açıklanır.
3-Salih’in Kuvayı Milliye’ye katılışı ve Hoca’nın kaçışı: Olaylar gelişirken Salih ise unutulmuşluk ve terkedilmişlikten bir kaçış olarak Kuvayı Milliye’ye katılmaya verir. O’nu bu kararı vermeye zorlayan başka bir şey ise yakın arkadaşı Niko’nun da sonunda Osmanlıya karşı savaşta yer almasıdır. Salih bu ihanetin öcünün peşinden koşacak ve kurtuluş mücadelesinde büyük rol oynayacaktır.Kuvva bir türlü hizaya gelmeyen Hoca hakkında ölüm emri çıkartır.
Hoca evliliği ve çocuğu ve en önemlisi de halkın zorlamasıyla Akşehir’den kaçar ve çete reislerine sığınır. Kuvva ile arasında yaşanan kovalamacadan sağ kurtulur ve kendi başına yanına adam da alarak bir kasabaya sığınır. Kuvva ise Hocayı kaçırdığı için üzgündür ve Salih’i O’nu bulmakla görevlendirir. Hoca ise şimdi hangi tarafta yer almak gerektiğinin hesabını yapmaktadır.

Kuvayı Milliye ise her geçen gün başarı kazanmakta ve güçlenmektedir. Salih Hoca’yı bulur ve O’nu padişah hizmetinden vazgeçerek Kuvva yararına çalışmaya ikna eder. Beraberce Çerkez Ethem’in kardeşi Tevfik Bey’in çetesine katılırlar. Çerkez Ethem ve kardeşleri milli mücadelede en büyük rollerden birini üstlenmiş ve gerek düşman işgallerine gerekse ayaklanmalara karşı başarılar sağlamışlardır.
Fakat şimdi düzenli ordu ve İsmet Paşa’nın emri altına girmek söz konusu olunca Çerkez Ethem ve kardeşleri zıt bir tavır takınarak Kuvva’ya ve Ankara’ya karşı isyan bayrağı açmıştır. Hoca ise bu yolun yanlış olduğuna inanır ve onları bu yoldan döndürmek için planlar kurar. Hoca’nın amacı Çerkez Ethem ve kardeşlerini Kuvva’ya karşı cephe almaktan vazgeçirmek olmasa bile olası bir isyan halinde güçlerini zayıflatmaktır. Bu sırada Hoca Salih’ i haber edinmek için Akşehir’e yollar. Akşehir’de ise Hoca öldü bilinmektedir.
Oysa Hoca hayattadır ve yeni kimliği “Küçük Ağa” ile kuvva yararına çalışmaktadır. Hoca’nın Kuvva yararına çalıştığı haberi Salih tarafından Akşehir’de sadece Kuvvacı olan birkaç kişiye duyrulur ve memnuniyet yaratır. Başta Kuvayı Milliye hareketine büyük hizmet vermiş Doktor olmak üzere Kuvvacılar Hoca’nın kendi saflarına katılışından büyük haz duyarlar.
4-Hocanın Ethem’e ihaneti ve Ankara’ya daveti: Hoca Ethem’in İsmet Paşa hizmetine girmemek için yapacağı en büyük saldırı olan Kütahya saldırısında O’na bir oyun oynayarak başarısızlığını sağlar ve Kuvayı Milliye’ye en büyük hizmetini vermiş olur. Ethem ise Yunanlılara sığınacaktır. Hoca ise bütün bu ihtiras ve gücü elinde bulundurma tutkusuna kapılan insanlardan nefret etmektedir.
Artık savaş alanından başka bir cephede de mücadele verilmektedir, şimdi iktidar çekişmeleri büyük tehdit oluşturmaktadır. Hoca bunu acıyla farkeder. Ankara ise Hoca’nın başarılarından haberdardır ve kendisini Ankara’ya davet eder. Daveti kabul eden Hoca Ankara’nın durumunu yakından görür ve cephede savaşmanın, bu iktidar kavgasında yanlış düşünenlere ve hainlere verilecek savaştan daha kolay olduğunu düşünür.
Fevzi Paşa Hoca’ya yakınlık gösterir. Hoca bütün bu kişiliklerin önemini daha iyi anlamaktadır. Memleket zafere doğru gitmektedir ve bu noktada Ankara ve Melis’e büyük iş düşmektedir. Bu sırada Küçük Ağa yani İstanbullu Hoca Ankara'da kendisini Akşehir'den tanıyan ve bir zamanlar zıt fikirleri yüzünden tartıştığı Kuvvacı Doktor ile buluşur. 
Doktor böyle saygıdeğer birinin kendi saflarına katılışından duyduğu mutluluğu Hoca’ya söyler ve asıl kimliğini bilenin sadece kendisi olduğunu, kendisi dışındakilerin O’nu Küçük Ağa diye tanıdıklarını anlatır. Hoca ise artık özlediği eşi ve çocuğunun özlemiyle yanmaktadır.
5-Hoca’nın Akşehir’e dönüşü ve Mehmet’i buluşu: Küçük Ağa Fevzi Paşa ile birlikte Akşehir’e gelir ve burada da tanınmadığını ve Küçük Ağa olarak bilindiğini görür. Eşi ve Çocuğu hakkında bilgi alır ve çocuğunu bulur fakat eşinin durumu kötüdür. Eşine geldiğini haber eder fakat kadın ölmek üzeredir ve oğlunu Hoca’ya emanet ettiğini söylemekle kalır ve günler sonra da ölür. Hoca daha sonra Ankara’ya döner ve mücadeleye devam eder.
ÇEVRE
Çevre çoğunlukla Akşehir ve civarı olmakla beraber Milli Mücadelenin anlatısı olması dolayısıyla hemen hemen tüm Anadoludur. Olayların büyük kısmı Akşehir'de başlayarak civar şehirlerde devam eder.
ZAMAN
Zaman; Birinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllardır. Olaylar Kurtuluş Savaşı yıllarına kadar uzanır.
TEZ
1-Bu zaman sürecinde ülke işgaller ve saldırılar karşısında zayıf duruma düşmüştür. Böyle bir durumdan başarıyla kurtulmanın tek yolu ise birlik ve beraberlik çerçevesinde mücadele etmektir. Padişah ve Halifelik kurtuluşa destek değil köstek olmakta , düşmanla bir olarak ihanet etmektedirler ve yeni bir düzenin kurulması şarttır.
2-Milli Mücadele Küçük Ağa ve Salih ve Doktor bey gibi yüzlercesinin üstün başarıları ve özverileriyle kazanılmıştır ve tarihin en büyük ve ders alınması gereken olaylarından biridir.
ANA DUYGU
Vatan ve millet sevgisi, bağımsızlık duygusu. Kurtuluş savaşının küçük bir kasaba' dan görünüşü,
KİŞİLER
  • Küçük Ağa (İstanbullu Hoca): Kurtuluş mücadelesine büyük hizmetler vermiş binlerce kişiden biri.
  • Salih: Birinci Dünya Savaşında sağ kolunu kaybetmiş ve hayatının anlamını Kurtuluş Mücadelesi ile tekrar kazanan biri.
  • Çerkez Ethem: Başlarda vatan ve millet için yeri tutulmaz hizmetler vermiş , cephede büyük başarılar göstermiş, fakat düzenli orduya geçme kararı alındığında tamamen zıt fikirleri benimsemiş ve zararlı olmuş bir çete reisi.
  • Doktor Haydar Bey: Dünya Savaşında Yüzbaşı rütbesiyle görev yapmış ve milli mücadele yıllarında Kuvayı Milliye’ye büyük hizmetler vermiş bir asker.
  • Ali Emmi: Kurtuluşu Kuvayı Milliye’de gören ve çok büyük fedakarlıklarda bulunan yaşlı bir vatandaş.
DİL VE ANLATIM
Dil, Kurtuluş savaşı yıllarının diline yakındır. Arapça ve Farsça kelimeler vardır. Anlatım akıcı,olay örgüsünü aksamaya uğratmayan ve çekici bir anlatımdır.
KİTAP HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİM
Türk Toplumunun verdiği en büyük milli mücadele örneği olan bağımsızlık ve Kurtuluş Savaşı en gerçekçi biçimiyle bize ufacık bir parçasıyla yansıtılmıştır. Dönemin zorlukları , şartları ve kişilerin fedakarlıkları abartısız biçimde anlatılmıştır. Zafere olan inanç ve halkın dayanışması en çarpıcı biçimiyle yansıtılmış ve kitapta adı geçen kişiler, binlerce benzerleri gibi verdikleri üstün mücadelelerle gelecek günleri hazırlamışlardır.
KİTAP VE YAZAR HAKKINDA BİLGİ
HAYATI: 2 Eylül 1918 tarihinde Akşehir'de doğdu. İlk ve ortaokulu Akşehir'de okudu. İstanbul Lisesi'nin yatılı kısmında okurken bu lisenin yatılı kısmının kapatılması üzerine kaydını Konya Lisesi'ne aldırdı ve liseyi burada bitirdi. (1936). Lise yıllarında Tarık Nazım müstear ismiyle hikaye ve şiirler yazmaya başlayan Tarık Buğra, İstanbul Üniversitesi Tıp ve Hukuk fakültelerinde bir süre okuduktan sonra kaydolduğu Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümünün son sınıfında ayrıldı. 
Askerlik hizmetinden sonra Şişli Terakki Lisesi'nde muallim muavini olarak işe başladı. Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada Oğlum(uz) adlı öyküsüyle bin liralık büyük ödüle layık görüldüğü ilan edildi. (1948). Ancak, Tarık Buğra'ya bu para yerine altın bir kalem ödül olarak verildi. 
Aynı yarışmada Doğan Nadi'nin bölük komutanı birinci ilan edildi ve bu zatın hikayeci olarak adına ikinci bir kez daha rastlanılamadı. Yine de bu ödül neticesinde aldığı yoğun iş teklifleriyle basın hayatına atılma konusunda cesareti artan Tarık Buğra, Akşehir'e dönerek Nasrettin Hoca Gazetesi'ni çıkardı (26 Temmuz 1949-28 Haziran 1952). 
Milliyet gazetesi, Vatan, Yeni İstanbul gazetesi (1952- 1956), Yol Dergisi (1968) ve Tercüman gazetesinde (1970-1976) sanat sayfaları düzenledi, fıkralar yazdı, yazı işleri müdürlüğü yaptı. Hisar dergisi ve Türkiye gazetesinde de yazan Tarık Buğra, 26 Şubat 1994 tarihinde İstanbul'da öldü.
ESERLERİ:

  • Bu Çağın Adı,
  • Dönemeçte,
  • Osmancık,
  • Gençliğim Eyvah,
  • Küçük Ağa,
  • İbiş'in Dünyası,
  • Firavun İmanı,
  • Yarın Diye Bir şey Yoktur,
  • Siyah Kehribar,
  • Politika Dışı,
  • Yağmur Beklerken,
  • Yalnızlar.

Gelibolu - Buket Uzuner

KONUSU
Çanakkale Savaşlarında şehit olan dedesinin kayıp mezarını bulmak için uğraşan Yenizelandalı Viktorianın öyküsü…
ESERİN KISA ÖZETİ
Viktoria Taylor Çanakkle savaşlarında şehit olan dedesinin mezarını bulmak amacıyla Yenizelanda’dan Geliboluy’a gelmiştir. Rehberi Mehmet ile gelibolunun küçük köylerinde gezen Viki bir köy kahvesinde, adına özel bir köşe hazırlanan , Çanakkale savaşlarınd şehit düşmüş olan Ali Osman Taylar’ın resmini görünce bu kişinin dedesi olduğunu iddia eder. Ancak köy halkı vatan için savaşmış ve kanını akıtmış Türk şehidi Ali Osman Taylar’a yapılan bu davranışı çok büyük bir hakaret olarak karşılar ve Viktoria’yı derhal köyden uzaklaştırırlar. Bu olaydan tüm Türkiyenin tv ve basın sayesinde kısa sürede haberi olur. Viktoria bu iddiasını kanıtlamak için Ali Osmanın halen hayatta olan kızı ile görüşmek için elinden gelen herşeyi yapar. Ali Osmanın kızı olan Beyaz Taylar adeta ayaklı bir tarihtir. Çok inatçı olan bu kadın, dış görünüşünün zıttına çok zeki ve biligilidir. Viktoria ile konuşurken tercüman kullanmadan kendisi ingilizce konuşmaktadır. Viki beyaz halanın inadını kırmayı başarır ve onunla görüşür. Bu görüşmeden sonra gerçekler birbir ortaya çıkar. Ali Osman Taylar aslında bir anzak askeridir ve savaşta ağır yaralanmıştır. Onu bir çukurun içerisinde hareketsiz halde bulan Beyazın annesi yaralarını iyileştirmiş ve iyi bir duruma getirmiştir.Bir süre sonra da evlenmişlerdir. Viktoria, Ali Osmanın torunudur aslında. İşte tüm bunlar Beyaz hala sayesinde birbir ortaya çıkmıştır. Viktoria iddiasında haklıdır ve bunu uzun ve zor uğraşlardan sonra kanıtlamayı başarmıştır. Ancak bu olay ne basına ne de köy halkına bu şekilde aktarılmamıştır. Çünkü onların tepkisi ile karşılaşabilir ve bunu kabullenmeyebililerdi. Doğruyu yalnızca üç kişi biliyrdu. Victoria, Beyaz hala ve Beyaz halanın yeğeni Ali Osman.
MUHTEVA BİLGİSİ
a) Eserdeki kişilerin tasviri:
Beyaz Taylar: Çok inatçı ve sert bir kişiliğe sahiptir. Ancak bu sert kişiliğin altında bambaşka duygusal bir insan daha vardır aslında. Babasından aldığı bilgileri kendi çabaları ile geliştirmiştir. Bu nedenle çok bilgili ve zekidir. Ancak okulu elinde olamayan nedenlerle yarıda bırakmıştır. Viktoria: Fiziksel olarak; Uzun boylu, biraz zayıf, uzun saçlı ve güzel br turist kızıdır. Manevi değerlerine sıkısıkıya bağlıdır. Bu yüzden dedesinin mezarını bulabilmek için elinden geleni yapmıştır.
b) Olayın geçtiği yer ve zaman: Olay Çanakkale’nin Gelibolu yarımadasında geçmektededir. Eserin içinde mektuplara yer verilliş . Bu mektuplar Birimci dünya savaşında yazılmıştır.Ancak Kitap geçen olay 1993-1995 yılları arasında geçiyor.
c) Anafikir: Başkaları ne derse desin herzaman kendi fikirlerimizin arkasında olamalıyız.
d) Tür Bilgisi: Bu eser bir romandır. Roman, düz yazı biçiminde yazılan ve öyküye göre daha uzun olan bir edebiyat türüdür. Romanın en yaygın ve en kısa tanımlarından birisi budur. Roman, kişi ve olaylar aracılığıyla geçmişin ve bu günün gerçek yaşamını, az ya da çok karmaşık bir örgü içinde anlatan bir edebiyat türü olarak tanımlanır. Bazı tanımlamalara göre ise roman bir düş ürünüdür. Gerçek yaşama uygun olabileceği gibi uygun olmayabilirde; romancı kendi kafasında kurduğu bir dünyayı yansıtabilir. Romanda serüven; gelenek. Görenek ve kişilerin incelenmesi duyguların ve tutkuların çözümlemeleri vardır. Bütün bu tanımlamalar ve nitelemeler çağdaş roman içinde geçerli olmakla birlikte, daha çok 19. yy romanının özelliklerine dayanır.
ESER HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞ
Eser Tarihsel bir roman özelliği taşıyor. Ancak tamamen bir kurgu.Buket Uzunerin akıcı anlatımı sayesinde okuyucuyu kesinlikle sıkmıyor. Sayfa sayısı fazla olmasına rağmen bir solukta okunabiliyor.

YAZAR HAKKINDA BİLGİ
Gazetelerde yazdığı köşe yazıları ile tanınan Buket Uzuner son zamanlarda yazdığı akıcı kitapları ile adından çokça söz ettirmiştir. Yazar hakkında ayrıntılı bir bilgi yoktur.

Akşam Güneşi - Reşat Nuri Güntekin

KİTABIN ADI AKŞAM GÜNEŞİ
KİTABIN YAZARI REŞAT NURİ GÜNTEKİN
YAYIN EVİ VE ADRESİ İNKİLAP YAYINEVİ ,CAĞALOĞLU/İSTANBUL
BASIM YILI 1982
DÜZENLEME ERDOG@NER
KİTABIN KONUSU
Eser, hareketli bir hayattan sonra hasta olan bir adamın başından geçen olayları ve aşklarını anlatıyor.
KİTABIN ÖZETİ
Necati küçük yaşta annesini ve babasını kaybedene kadar ailesiyle birlikte Büyükada’da yaşar. Amcası onu İstanbul’a yanına alır ve büyütür. Amcasının iki kızı vardır. Necati orta okulu bitirdikten sonra askeri okula girer. Buradan mezun olduktan sonra amcasının yardımıyla Fransa’ya askeri akademiye girer. Fransa’da gönlünü epeyce eğlendirir. Buradan mezun olduktan sonra İstanbul’a döner. İstanbul’dan Şam’a tayini çıkar.
Şam’da sıkıcı iki yıl geçirdikten sonra Bulgaristan’a tayini çıkar. Bu göreve gitmeden önce bir aylığına izin alır. Amcasının yanına gider. Burada amcasının büyük kızı, kocası ile sorunları yüzünden kendisini vurur ve felç olur. Kızıyla birlikte babasının yanına taşınırlar. Bu tatil sırasında Necati gönlünü komşu kızı Zehra’ya kaptırır ve kendisini beklemesini söyler.
Necati Bulgaristan’a giderken bir Türk çetesi treni durdurur. Necati’nin subay olduğunu anlarlar ve çeteye dahil ederler. Bu Türk çetesi Rum çeteleri ile çatışmalara girerler. Bir çatışmada Necati ağır yaralanır ve yolunu kaybeder. Dört gün gibi bir süre terk edimiş değirmende kalır. Birisi onu bu yerde bulur ve bir hastahaneye götürür. Değirmende kalırken çok kan kaybeder ve yarası mikrop kapar.
Doktorlar, Necati’ye bundan sonraki yaşamında heyecan yaşamamasını, eğer çok heyecanlanırsa öleceğini söyler. İyileştikten sonra hastahaneden ayrılır ve İstanbul’a amcasının yanına döner. İstanbul’a gidince durumu Zehra’ya açıklar ve ondan ayrılır. Necati’nin amcası görev sırasında ölmüştür ve yeni haberi olur. Nilgün, Necati ile ilgilenir ve ona bakar.
Bir süre sonra Nilgün, Necati ile evlenir. Hastalığından dolayı düzenli bir hayat sürmek için babasından miras kalan Büyükada’daki çiftliğe yerleşir. Bir süre sonra Leyla çifliğe ziyarete gelir. Leyla büyümüş ve genç bir kız olmuştur. Necati ve Leyla çiftlikte gezerler, ata binerler, beraber dolaşırlar. Bu sırada birbirlerine bağlanırlar. Ve bir gün baloda Leyla ile dans ederken aşırı heyecanlanır ve ölür.
KİTABIN ANA FİKRİ
Hayat herzaman umduğumuz gibi gitmeyebilir, fakat değişikliklere kendimizi hazırlamalıyız.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
NECATİ; gençliğini dolu dolu yaşamış, istegiği herşeyi yapmıştır. Geçirdiği hastalıktan dolayı eski hareketliliği kalmamıştır. LEYLA; sevecen, çok güzel bir kızdır. Gönlünü genç yaşta Necati’ye kaptırır. NİLGÜN; yardımsever ve iyi kalpli bir kızdır. Necati’ye çoçukluğundan beri aşıktır, fakat bunu söyliyemez.
KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER
Olaylar başlangışta akıcıdır, fakat sonlara doğru okuyucuyu fazla etkileyememiştir. Eserde yabancı tamlamalar kullanılmasına rağmaen, anlaşılır bir dille yazılmıştır.
YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ ni bitirdi (1912). Bursa’ da başladığı (1913) öğretmenlik hayatına çeşitli okullarda devam etti. Milli Eğitim müfettişi (1931), Çanakkale milletvekili (1933-43), Paris Kültür Ateşesi ve emekli (1954) oldu, kanser tedavisi için gittiği Londra’ da öldü. İstanbul’ da Karacaahmet Mezarlığı’nda gömülü.
ROMANLARI
* Gizli El (1922),
* Çalıkuşu (1922),
* Damga (1924),
* Dudaktan Kalbe (1925),
* Akşam Güneşi (1926),
* Bir Kadın Düşmanı (1927),
* Yeşil Gece (1928),
* Acımak (1928),
* Yaprak Dökümü (1930),
* Kızılcık Dalları (1932),
* Gökyüzü (1935),
* Eski Hastalık (1938),
* Ateş Gecesi (1942),
* Değirmen (1944),
* Miskinler Tekkesi (1946),
* Harabelerin Çiçeği (1953),
* Kavak Yelleri (1950),
* Son Sığınak (1961),
* KanDavası (1955).
HİKAYE KİTAPLARI
* Tanrı Misafiri (1927),
* Sönmüş Yıldızlar (1927),
* Leyla ile Mecnun (1928),
* Olağan İşler (1930).


Anahtar - Refik Halit Karay

KİTABIN ADI ANAHTAR
KİTABIN YAZARI REFİK HALİT KARAY
YAYIN EVİ İNKILAP YAYIN EVİ
BASIM YILI 1992
DÜZENLEME ERDOG@NER
KİTABIN KONUSU
Kitap konu olarak toplumda ailede yaşanan çeşitli sorunların aileyi nerelere götürdüğünü anlatır.
KİTABIN ÖZETİ
Olay İstanbulun boğaz’a bakan yalılarında yaşayan insanlar arsında geçmaktedir. Kenan hali vakti yerinde işinde niyazında bir memurdur . perihan isminde bir kadınla evlidir yalnız kenan’ın aldatılma korkusu vardır. Bir gün Kenan oturdukları köşkün anahtarını kaybeder ; ama evin sahibi olduğu için ne karısına ne de hiz metçiye anahtarı kaybettiğini bir türlü söyleyemez. Bu neden yeni bir anahtar yaptırmanın bütün işleri yoluna koyacağını düşünür.
Aklına hemen karısının bir anahatrı daha olabileceği gelir ve karısına ait olan eşyaları karıştırmaya , anahtarı bulamk için etrafı döküp saçmaya başlar. En sonunda karısının eski çizmelerinin arasında bir konak kapısı anahtarı bulur. Her şey tamamdır ama ne de olsa karısına bir şey çaktırmamak lazımdır ve hemen etrafı toplamaya baslar.
Ertesi gün işe giderken yolunun üzerindeki bir çilingire gider ve anahtarı yapmasını rica eder. Çilingir en erken yarın yapabileceğini söyler; ama Kenan bir yolunu bulup çilingiri anahtarı aksma yapmaya ikna eder nede olsa aksama eve kendi anahtarı ile girmek ister.
Aksam olur ve Kenan eve gitmek üzere evin yolunu tutar. İçinde tahmin edemediği çeşitli korkular ve kaygılar vardır. Eve geldiğinde evin görkemli kapısı önünde uzanmaktadır. Anahtarı, kafasından geçen bin bir türlü kaygıya rağmen cebinden çıkarır ve kapıyı açmayı dener. Fakat korktuğu başına gelmiştir anahtar kapıyı açmamaktadır ama neden?
Belkide yanlış anahtarı aldı ve yanlış anahtar kopyalandı ya da… perihan o anahtarla başka bir yerlere kimbilir başka birilerinin evlerine gidiyordur diye düşünür. İçini tümbenliğini bir gariplik bir tuhaf korku kaplamaya başlar. Ve etrefında ki herkesten şüphelenmeye başlar. Karısının arkadaşlarından kendi arkadaşlarından ve hatta arasıra kendinden bile şüphelenir. Neden böyle bir şüphecilik içine düşmüştür bir anahtar neden onu bu kadar zorluklara sürükler onu çözmeye çalışır. En sonunda bir gün bu gereksiz düşüncelerinin yersiz olduğuna karar verir.
Bir gün Kenan çok fena bir şekilde hastalanır ve tüm hayatı bir filim şeridi gibi gözlerinin önünden geçer. Bu kuruntuları yıllardır aynı yastığa baş koyduğu karısını alacak onu Kenan’dan uzaklaştıracak duruma gelir . kendinden utanır.
Perihan Kenan’ı ziyaret etmeye gelir. Kenan neredeyse Perihan’ın yüzüne bakamayacak kadar utanıyordur ve dayanamaz anahtarın nerenin anahtarı olduğunu sorar. Perihan aniden bir kahkaha patlatı verir. Kenan hemen gücenir çünkü böylesi hayati bir önem taşıyan konu nasıl olurda bir kahakaha sebebi olabilir. Perihan durumu ona iyileşince anlatacağını açıklar.
Kenan iyileşir. Perihan onu doğruca Boğaza ,bir Boğaz yalısına götürür. İşte merak ettiğin anahtar bu yalının kapılarını açıyor der ve şehirden kaçmak için bu yalının anahtarını hatıra olarak aldığını söyler. Kenan aniden Perihan’a sarılır ve gözlerinden süzülen yaşlara hakim olamaz ve artık bu yalıda yaşamaya karar verirler.
KİTABIN ANA FİKRİ
Kitap her ne olursa olsun insanlara ön yargı ile yaklaşılmaması gerektiğini anlatmaya çalışır.
KİTAP OLAYLARI VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
  • KENAN: hali vakti yerinde iyi bir devlet memurudur. Oldukça varlıklıdır ve perihan adında bir karısı vardır.
  • PERİHAN: Perihan daha önce bir evlilik geçirmiş olan fakat aradığını bulamayan bir kadın aynı zamanda Kenan’ın karısıdır.
KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER
Kitap seçilen bir aşk konusu olarak ilk başta romantik eserleri okumasını seven okur severlere seslenir ama ilerleyen safhalar onu neredeyse karamsarlığın hakim olduğu bir polisye romanına çevirir. Kitap konular arsına sıkıştırılmışolan karamsar şüpheler nedeni ile akıcılığını kaybeder ve sıkıcı bir edaya bürünür. Yazar mekanları ve kişileri oldukça iyi seçmiştir.
KİTABIN YAZARI HAKKINDA
Refik Halid Karay 1888'de İstanbul'da doğan Refik Halit, Bank-i Osmani serveznedarlarından, "bâlâ" rütbesine sahip Mehmed Halid Bey'in oğludur. Vezneciler'de Şemsu'l-Maarif ve Göztepe'de Taş Mektep'te okuyan ve ayrıca özel dersler de alan Refik Halid, Mekteb-i Sultani'yi terkettiği gibi, Mekteb-i Hukuk'u da yarıda bırakıp Maliye Merkez Kalemi'ne katip olarak girdi.
1908'de katipliği bırakarak, Servet-i Fünun'da ve Tercüman-ı Hakikat'te çalışmaya başladı, bu arada kendisine ait Son Havadis adıyla bir gazete çıkardı ancak bunu on beş sayı sürdürebildi. Fecr-i Ati Topluluğu'na katıldı, Servet-i Fünun'a yazılar verdi. Kalem adındaki mizah dergisinde de "Kirpi" müstear ismiyle siyasi mizah yazıları yazdı. Sada-yı Millet'te, bilahare Cem'de Kirpi müstear ismiyle yazılar yazdı.
Gazeteci Ahmet Samim'in 9 Haziran 1910'da İttihatçılarca katledilmesi üzerine İştirak adlı gazetenin 13 Haziran 1910 tarihli nüshasının buna ilişkin yazılara ayrılmasını sağladı ve bu yüzden İttihat ve Terakkicilerce mimlendi. "Kirpi" müstear ismiyle yazdığı, İttihat ve Terakki Fırkası'nı yerden yere vuran yazılarını "Kirpinin Dedikleri" adıyla bir kitapta topladı ve bu arada Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın elindeki Beyoğlu Belediyesi'nde yedi ay süreyle Başkatip olarak çalıştı, Mahmud Şevket Paşa'nın katlinden hemen sonra da, yargılanmaksızın Sinop'a sürüldü (1913), bilahare Çorum, Ankara ve Bilecik'e gönderildi. Bilecik'teyken ongünlük bir izinle İstanbul'a geldiğinde Ziya Gökalp'in yardımlarıyla geri dönmedi yani sürgünlüğü son buldu (1918).
Robert Kolej'de bir yıl kadar Türkçe öğretmenliği yaptı, bu arada Vakit, Tasvir-i Efkar ve Zaman gazetelerinde makaleler yayınlayan Refik Halid, Damat Ferit Paşa'nın dostluğu sayesinde, mütarekeden hemen sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası'na katıldı, Posta ve Telgraf Umum Müdürü olarak görevlendirildi (1919). İzmir'in işgalinden sonra Anadolu Hareketiyle İstanbul Hükumeti arasında yaşanan telgraf krizinde İstanbul Hükumetini tuttuğu için, İstanbul'un işgalcilerden kurtarılışının ardından 09.11.1922 tarihinde Beyrut'a kaçtı. Yüzellilikler listesine alınması ve ihracı konusunda baskı yapılması üzerine Suriye'nin vatandaşlığını kabul etmek zorunda kalan Refik Halid, Halep'te yayımlanan Doğruyol ve Vahdet gazetelerini yönetti, bir ara kendi adına çıkardığı gazeteyi de tepkiler yüzünden kapatmak zorunda kaldı.
Af Kanunuyla, 1938'de yurda dönüp, yazmaya ve geçimini bu yoldan sağlamaya devam eden Refik Halid, 18.7.1965 tarihinde İstanbul'da öldü.
ESERLERİ
Romanları:
* Anahtar, 
* Bu Bizim Hayatımız, 
* Bugünün Saraylısı, 
* Çete, 
* Dişi Örümcek,
* Dört Yapraklı Yonca, 
* İki Cisimli kadın, 
* İkibin Yılın Sevgilisi,
* İstanbul’un İçyüzü,
* Kadınlar Tekkesi, 
* Karlı Dağdaki Ateş, 
* Nilgün 1-2-3, 
* Sonuncu Kadeh.
* Sürgün, 
* Yeraltında Dünya Var,
* Yezidin Kızı,
Hikaye Kitapları:
* Ago Paşa’nın Hatıraları,
* Ay Peşinde,
* Bir Avuç Saçma,,
* Bir İçim Su,
* Guguklu Saat,
* Gurbet Hikâyeleri,
* İlk Adım,
* Kirpinin Dedikleri,
* Memleket Hikâyeleri,
* Minelbab İlelmihrab
* Sakın Aldanma İnanma Kanma,
* Tanıdıklarım,
* Üç Nesil Üç Hayat.

Çalıkuşu - Reşat Nuri Güntekin


KİTABIN ADI
ÇALIKUŞU
KİTABIN YAZARI
REŞAT NURİ GÜNTEKİN
KİTABIN YAZARI
İNKILAP KİTAPEVİ, ANKARA
BASIM YILI
1999


KİTABIN KONUSU

Bir subay kızı olan Feride ile teyzesinin oğlu Kamuran arasında yaşanan ve araya birçok engel girmesine rağmen birbirlerine karşı bitmeyen aşklarını anlatıyor.

KİTABIN ÖZETİ
Pek küçük yaşındayken annesi ölen Feride, babası da sınır sınır dolaşan bir subay olduğu için büyükannesinin yanında büyümüştür. Okul çağına gelince Feride’yi İstanbul’da ki bir Fransız kız yatılı okuluna yollamışlardır. Feride neşeli, zeki, çok asi, ele avuca sığmaz çok hareketli bir kızdır. Fırsat buldukça bir erkek gibi ağaçlara tırmanıp daldan dala atladığı için öğretmenlerinden biri onu çalıkuşuna benzetmiş, sonra da bu benzetme, onun adı olarak kalmıştır.

Babasının da ölmesi üzerine Feride’nin, yakını olarak sadece bir teyzesi kalmıştır. Feride,  okulun büyüklü küçüklü tatillerini her zaman teyzesinin evinde geçirmektedir. Bu teyzenin Kamuran adlı, Feride’ den büyük bir oğlu vardır. Kamuran Feride’ ye karşın ağır başlı, kız gibi bir erkekdir. Bu yüzden Feride sürekli onla dalga geçmektedir. Fakat bunların arasında Kamuran, Feride’yi farkinda olmadan büyük bir aşkla sevmeye başlamışdır. Bu sevgi bir süre sonra karşılıkta görür. Feride de Kamuran’a karşılık vermektedir. Feride’ nin teyzeside bu durumu çok istediği için, Feride okulunu bitirdikten sonra iki gencin evlenmeleri kararlaştırılır.

Düğün hazırlıkları tamamlanmak üzereyken, bir gün kadının teki çıka gelir ve Feride’ye Kamuran’ın  Avrupa’da bulunduğu sırada orada bir kızla aşk yaşadığını söyler. Bu durum hiçbir şeyi umursamaz gibi görünen Feride’yi çok derinden etkilemiştir. Feride bunun sonucunda gururuna yenilir ve derhal teyzesinin evinden uzaklaşır, yolunu izini kaybettirir. Bu yüzden evlenmede gerçekleşemez.

Feride nereye gideceğini düşünürken onu çok seven sütannesi aklına gelir ve oraya gider. Sütannesi onu görünce çok sevinmiştir. Feride bir süre sütannesinin evinde kalır. Bu arada oraya buraya başvurur bir iş için çünkü sütannesini daha fazla rahatsız edemeyeceğini ve yanındaki paranın da ona çok fazla yetmeyeceğini bilmektedir. 

Başvurularının sonunda Anadolu’da bir ilkokul öğretmenliği elde eder. Şimdi o hayat dolu hiçbir şeyi umursamayan genç kız artık bir öğretmen olmuştur. Feride Anadolu’yu hiç yadırgamaz. Zeyniler adlı bir köyde öğretmenliğe başlar. Zeyniler köyü Anadolu’nun çok ücra bir köşesindedir. Bu köyde Feride yaptığı herşeyi günlüğüne yazmaya başlar.

Bir zamanlarının hayat dolu asi genç kızı şimdi hayatı tanıma yolundadır. İster istemez ağır başlı olmayı öğrenmiştir. Ama başına gelen bunca şeye rahmen kötümser değildir. O köydeki fakir üstü yırtık pırtık olan öğrencilerini çok sevmiştir. Öğrencilerinin her biriyle ayrı ayrı ilgilenmek ona büyük bir zevk vermektedir. Öğrencileri arasında Munise adında ortada kalmış, annesi kötü yola düşmüş bir kız vardır. Annesi yüzünden köylüler kızıda hiç sevmiyorlar. Feride, Munise’ye acır ve onu evlatlık alır. Feride çok mutlu olmuştur , aynı zamanda Munise’de çok sevinmiştir bu olaya.

Bir süre sonra Zeyniler köyü okulu da kapatılır. İşsiz kalan Feride başka bir yerde öğretmenlik yapmak için başvurmak amacıyla ile gider. Milli Eğitim Müdürlüğü’nde  eski bir okul arkadaşına rastlar ve onunla Fransızca konuşur, Milli Eğitim Müdürü de bu olayı görünce, Feride’ yi merkezde kız öğretmen okulunda fransızca öğretmeni olarak görevlendirir. Feride fiziki olarak çok güzel bir kızdır ve bu fiziki güzelliğinin burda çok fazla göze çarpması Feride’yi endişelendirir. 

Ayrıca Feride’nin öğretmenlik yaptığı okuldaki müzik öğretmenide Feride’ye karşı büyük bir aşk duymaktadır. Fakat bu aşk bir ümitsiz vakadır. Ayrıca şehirde büyük dedikodularada yol açmıştır. Feride’ nin burda peşine bir çok erkek düşmüştür. Bu durum ise Feride’yi endişelendirmektedir. Bu yüzden tayinini ister. Böylece birkaç yer dolaşır. Bir sürede İzmir’de varlıklı bir ailenin kızlarınada özel ders verir. Fakat Feride’nin gittiği her yerde muthiş fiziği ve güzelliği başına dert açmaktadır. Feride bu güzelliği ve yalnızlığı çok kişinin dikkatini çekmektedir.

Feride daha Zeyniler’de iken bir askerin yaralanması ve oraya getirilmesi sırasında doktor Hayrullah Beyle tanışmıştır. Doktor, Feride’ye bu kadar güzel bir kızın böyle bir yerde ne aradığını, kesinlikle bir aşk meselesi yüzünden gelmiş olduğunu söylemiş Feride ise bunu reddetmistir. Yıllardan sonra tekrar Kuşadasın’da buluşurlar. Bu sırada Feride’nin okulu kapatılıp hastaneye çevrilmiştir. Feride artık doktorum himayesine girmiştir. Bir hasta bakıcı gibi doktora yardım etmiştir. Doktor Feride’yi ve artık büyümüş olan Munise’yi kendi öz kızları gibi sevmektedir. Ancak bu sırada doktor birgün ağır hastalığı olan birine bakmaya gittiği zaman Munise ağır bir sekilde hastalanır. Doktor dönesiye kadar kız yavaş yavaş, acı çeke çeke ölür. Munise’nin nezle sanılan hastalığı kuşpalazıdır.

Feride, Munise’ nin ölmesinden sonra kendini kaybedecek şekilde hastalanır. Günlerce doktorun evinde yatar. İyileştiği sıralarda doktor Hayrullah bey ne kadar yaşlı olursa olsun ikisi için bir söylenti cıkmıştır. Bu da o zamanın şartlarından dolayı olmuştur. Kasabayı türlü dedikodular alıp götürmektedir. Bekar bir erkeğin evinde genç güzel ve bekar bir kadının olması çok fazla dedikoduya yol açmıştır. Doktor bu dedikodulardan kurtulmak için çok pratik bir yol bulmuştur. Feride’yi de zorla ikna ederek evlenmişlerdir. Ancak tabiki bu evlilik sadece kağıt üzerindedir ve dedikoduların bitmesi içindir. Feride doktoru babası gibi sevmektedir. 

Doktor, Feride’nin defterini bulmuş ve baştan sona kadar okumuştur. Feride’nin her şeye rağmen Kamuran’ı sevdiğini öğrenmiştir. Gizli araştırmalar yapar. Kamuran bu zaman içinde evlenmiş ve eşi ölmüştür. Şimdi dört yaşlarındaki çocuğu ile yaşamaktadır. Doktor, Kamuran’a bir mektup yazar ve bu mektupta Kamuran’a bütün olan biteni anlatır. Feride ise bu sırada defterinin kaybolduğunu sanmaktadır ve defterini bütün aramalarına karşın bulamamıştır. Doktor yazdığı mektupla defteri ve bazı belgeleri paket haline getirmiştir. Feride’ye ölümünden sonra bu paketi Kamuran’a götürmesini vasiyet etmiştir. Doktor zaten oldukça yaşlıdır bu yüzden kısa bir süre sonra da ölür.

Feride, doktorun ölümünden sonra, hem paketi teslim etmek hem de çok özlediği teyzesini görmek üzere, Tekirdağ’a teyzesinin yanına gider. Niyeti orda fazla kalmamaktır. Paketi teslim edip bir iki gün kalıp Kuşadası’na geriye dönmektir. O günlerde ne rastlantı ki dinlenmek için Kamuran’da Tekirdağ’a gelmiştir. Feride paketin içinde neler bulunduğunu bilmemektedir. Bu içinde neler bulunduğunu bilmediği paketi teslim eder. 

Ama doktorun öldüğünü onlardan gizlemiştir. Böylece Kuşadasın’da doktorun yaşadığı bahanesiyle zorlanmadan geriye dönebileceğini ummaktadır. Fakat umduğu gibi olmaz teyzesi bu paketi Feride gitmeden bir gün önceden Kamuran’a verir. Kamuran o gece kardeşiyle birlikte defteri okur. Böylece, Feride’nin kendisini hala sevmekte olduğunu anlar. Hem de doktorun tembihlerini öğrenir. Kendisiyse, Feride gittiğinden beri Feride’yi unutamamiştir ve hala sevmektedir.

Feride, yeterince kaldığını ve geri dönmesi gerektiğini söyleyerek yola çıkmak üzere hazırlanır. Feride hayatla çok didişmiş ve artık bu gücünü yitirmiştir. Artık doktorunda olmadığı Kuşadası’na gitmek onunda hic işine gelmemektedir. Kuşadası’na dönmek, Feride’yi çok fazla üzmüştür. Ama bu durumunu etrafındakilere hiç belli etmemektedir. Bunu atrafındakilerin anlamasını istemez. Feride’yi götürecek araba kapıya yaklaşır. 

Fakat bu bir oyundur. Kamuran ve kardeşinin hazırladığı bir oyundur. Feride arabaya yaklaştığı zaman arabadan birden Kamuran iner ve Feride’yi kucaklar. Zaten tüm ev halkıda Feride’ nin tekrar yuvadan uçmasını istemiyorlardır. Bunun için tüm ev halkı elbirliği yapmıştır. 

Feride’nin tüm istemiyormuş gibi davranmaları olmaz demeleri falan boşadır. Kırık dökük kelimelerle bu oyundan kurtulmaya çalışmıştır ama nafile kurtulamamıştır. Çünkü, Kamuran artık kararlıdır ve ikinci bir gaflete düşmeyecektir. Bunu Feride’ye de onu bir daha kaybetmeyi göze alamayacağını ve onu şu an bile deliler gibi sevdiğini söyler. Çalıkuşu, gizli bir mutlulukla ve huzurla kendini Kamuran’ın kollarına atar.

KİTABIN ANAFİKRİ
Aşkın araya ne girerse girsin asla yok olmayacağıdır.

KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Feride(Çalıkuşu): Fransız okulundan mezun; çok güzel, haşarı, canlı, cıvıl cıvıl, yaramaz, duygusal ve akıllı, canayakın, sevimli bir İstanbul kızıdır.
Kamuran: Feride’nin teyzesinin çok kibar, yakışıklı, sarışın, yüksek öğrenimli, fakat zenginliğinden dolayı herhangi bir işle uğraşmayan oğludur.
Doktor Hayrullah: Canayakın, iyi kalpli, yaşlı, sevimli, biraz inatçı ve sinirli biridir. Hayatını insanların mutluluğuna adamıştır.
Munise: Küçük, sarışın ve güzel bir köy kızıdır. Güzel olduğu kadar zeki ve nazik bir kızdır. Feride’nin yalnız geçen günlerinin tek dayanağı olmuştur.

KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER
Kitap, bir romantik roman olduğu için, özellikle duygusal insanların ellerinden bırakamayacakları bir kitaptır. Kitap sade bir dille yazıldığı için akıcı ve sürükleyicidir.  Olayların büyük bir bölümünün Anadolu’nun köylerinde geçmesi romana ayrı bir hava vermiştir. Romanda kullandığı idealist bir karakter olan Feride, insanın idealleri uğruna birçok şeyden vazgeçebileceğini göz önüne sermiştir.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ
Reşat Nuri Güntekin 25 Kasım 1889 tarihinde İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi (1912). Bursa’da başladığı (1913) öğretmenlik hayatına çeşitli okullarda devam etti. Milli Eğitim müfettişi (1931), Çanakkale milletvekili (1933-43), Paris Kültür Ateşesi ve emekli (1954) oldu, kanser tedavisi için gittiği Londra’da öldü. İstanbul’da Karacaahmet Mezarlığı’nda gömülü.

Yazı hayatına Birinci Dünya Savaşı sonlarında (1917) başlayan, ilk eseri de Eski Ahbap (uzun hikaye) 1917’ de basılan Reşat Nuri, 1918’ de tiyatro eleştiri ve araştırmaları yayımlarken bir yandan da hikayeler (Şair Dergisi, 1918/19; Nedim Dergisi, 1919; Büyük Mecmua, 1919) yazıyordu. Çalıkuşu’ nun Vakit gazetesinde tefrikasıyla (1922) geniş bir ün kazandı. 

Çok hareketli bir eser olan Çalışkuşu’ nda Anadolu, ilk idealist ve aydın kızı Feride’ ye kavuştu, geniş ölçüde romana girdi. Bu roman az okumuş ve aydın, iki sınıfı da, doğal ve canlı diliyle kendine bağladı. Reşat Nuri’ nin hemen bütün romanlarında dekor olarak taşra kasaba ve şehirleri çevre, tip, çeşitli problem ve görüşleriyle Anadolu atmosferi görülür. Romanlarında sosyal ve hissi konuları işleyen yazar, küçük hikayelerinde bunların yanına mizahı da ekledi.

Yazdığı, çevirdiği, kitap biçimine girmiş veya dergi, gazete sayfalarında, tiyatro repertuarlarında kalmış tüm eserlerinin toplamı yüzü bulur; bunlardan 19 tanesi telif romandır, 7 tanesi hikaye kitabı. Yazdığı, çevirdiği, uyarladığı, oynanmış, basılmadan kalmış oyunlarının sayısı roman ve hikaye kitaplarının sayısını da aşar. 7 Aralık 1956’da İstanbul’da öldü.

ESERLERİ 
Hikaye kitapları: 
  • Tanrı Misafiri (1927), 
  • Sönmüş Yıldızlar (1927), 
  • Leyla ile Mecnun (1928), 
  • Olağan İşler (1930), vb.
Gezi yazıları: 
  • Anadolu Notları (ilk cildi 1936; ikinci cildi 1966).
Oyunları içinde en ünlüleri 
Balıkesir Muhasebecisi (1953) ve Tanrıdağı Ziyafeti (1955)’ dir. 

Bütün eserleri ölümünden sonra, eşi tarafından, bir külliyat halinde yeniden bastırıldı.

Romanları: 
  • Gizli El (1922), Çalıkuşu (1922), 
  • Damga (1924), 
  • Dudaktan Kalbe (1925), 
  • Akşam Güneşi (1926), 
  • Bir Kadın Düşmanı (1927), 
  • Yeşil Gece (1928),
  • Acımak (1928), 
  • Yaprak Dökümü (1930), 
  • Kızılcık Dalları (1932), 
  • Gökyüzü (1935), 
  • Eski Hastalık (1938), 
  • Ateş Gecesi (1942), 
  • Değirmen (1944), 
  • Miskinler Tekkesi (1946), 
  • Harabelerin Çiçeği (1953), 
  • Kavak Yelleri (1950), 
  • Son Sığınak (1961),
  • Kan Davası (1955),      
HAKKINDA YAZILANLAR :
  • Reşat Nuri Güntekin Türkan Poyraz – Muazzez Albek (Ankara, 1957) 
  • Reşat Nuri Güntekin Hayatı, sanatı ve eserleri Muzaffer Uyguner (Varlık Yay;1967). 
  • Romanıyla Reşat Nuri Güntekin İbrahim Zeki Burdurlu (İzmir Eğitim Ens. Yay., 1971) 
  • Reşat Nuri’nin Tiyatro ile İlgili Makaleleri Prof.Dr.Kemal Yavuz Kültür Bakanlığı Y.
  • Reşat Nuri Güntekin’ in Romanlarında Şahıslar Dünyası Birol Emil (1984) adlı doçentlik tezi.