1992 senesinde ilk kez 6.45 tarafından yayımlandıktan bir süre
sonra önce şehirde yayılmaya başladı 7'nin fısıltısı, sonrasında ise ülke
çapında tartışmasız bir "kült" roman haline dönüştü. Akaş'ın eserini yazmasının
üzerinden tam 20 yıl geçti ve kitap tekrar ilk yayımcısından el yapımı bir özel
kapak tasarımı ile "20. yıl özel baskısı" olarak dizayn edilip okura
sunuluyor.
28 Nisan 2020 Salı
50 Soruda Psikiyatri - Ali Nihat Babaoğlu
Psikiyatri nedir, psikiyatri uzmanı kimdir?
Psikiyatrik bozukluklar ne zaman ve nasıl bozuk sayılır, ne tür bozulmalar görülür? Şizofreni nedir?
Kaç türlü duygudurum bozukluğu vardır?
Anksiyete bozukluğu nedir? Hangi fobiler ayırt edilebilir?
Cinsel bozukluklar ve cinsel kimlik bozuklukları nelerdir?
Uyku bozuklukları neden kaynaklanır?
Kişilik bozuklukları nelerdir?
Psikiyatride hangi ilaçlar kullanılmaktadır ve bunların etkinlik alanları nelerdir? Psikoterapi modelleri nelerdir?
Varoluş analizi ne demektir?
Analitik, dinamik, danışan merkezli psikoterapi; grup, aile, Gestalt terapileri; imajinatif ve yaratıcı terapiler; sanat, hareket, dans ve oyun, ortam ve uğraşı terapileri nelerdir?
Dinsel esinimli terapiler var mıdır? Psikodrama nedir?
Adli psikiyatri nedir ve nasıl işler?
Psikiyatrik bozukluklar ne zaman ve nasıl bozuk sayılır, ne tür bozulmalar görülür? Şizofreni nedir?
Kaç türlü duygudurum bozukluğu vardır?
Anksiyete bozukluğu nedir? Hangi fobiler ayırt edilebilir?
Cinsel bozukluklar ve cinsel kimlik bozuklukları nelerdir?
Uyku bozuklukları neden kaynaklanır?
Kişilik bozuklukları nelerdir?
Psikiyatride hangi ilaçlar kullanılmaktadır ve bunların etkinlik alanları nelerdir? Psikoterapi modelleri nelerdir?
Varoluş analizi ne demektir?
Analitik, dinamik, danışan merkezli psikoterapi; grup, aile, Gestalt terapileri; imajinatif ve yaratıcı terapiler; sanat, hareket, dans ve oyun, ortam ve uğraşı terapileri nelerdir?
Dinsel esinimli terapiler var mıdır? Psikodrama nedir?
Adli psikiyatri nedir ve nasıl işler?
27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları - Cemil Koçak
"Yakın dönem siyasi tarihimize ilişkin yayımlanabilen pek az
sayıdaki belge tomarına bir yenisi ekleniyor: 27 Mayıs Bakanlar Kurulu
Tutanakları... 27 Mayıs 1960'ın 50. yıldönümünde bu belgeler geçmişimize ilişkin
tartışmalarımızda önemli rol oynayacaktır. Tutanakların önemi ve değeri hakkında
herhangi bir yorumda bulunmak bile gereksiz.
27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları, bir dönemin zihniyetini açığa çıkarmak bakımından önemli belge niteliğindedir. [...] 27 Mayıs Bakanlar Kurulu elbette dönemin yegâne yürütme gücü değildi. Hatta esas yürütme gücü de sayılamazdı.
Aksine, MBK'nın yanında, olsa olsa ancak ikinci derecede yürütme gücüne sahipti. Bu gücü bağımsız kullanma imkânına da sahip değildi. Bakanlar Kurulu inisiyatif alabilecek yürütme gücü olmaktan çok uzaktı. Bu bakımdan Bakanlar Kurulu'nu değerlendirirken, onu bağımsız yürütme gücü olarak düşünmek haksızlık olacaktır.
Diğer yandan, Bakanlar Kurulu üyelerinin askeri bir hükümete katılırken bunun olası sonuçlarını öngörememiş olmaları, ayrıca üzerinde durmayı gerektirir. Belki de bazı üyeler, 27 Mayıs darbesiyle askerlerin görevlerini yerine getirdiklerini düşünmüşlerdi. Artık görev, askerlerden çok yeni hükümete düşecekti.
Bu düşüncenin ne denli yanıltıcı olduğunu tecrübe ederek öğrenmiş olmalılar. Birinci Cemal Gürsel Hükümeti'nde kısa sürede meydana gelen önemli ve dramatik değişiklik, kanımca bu gerçekçi olmayan düşünce ile yakından ilgili olmalıdır. Bununla beraber, Bakanlar Kurulu'nun zaman zaman bu gerçekçi olmayan düşünceyi seslendirmeye devam ettiğini de biliyoruz."
Steno ile tutulup daktilo edilen, 2 Haziran 1960-16 Kasım 1961 tarihleri arasındaki 123 Bakanlar Kurulu tutanağından ulaşılabilen 111'ini kısaltmadan ve hiçbir sansüre uğratmadan yayımlayarak, yakın dönem siyasi tarihimize büyük bir katkı yaptığımıza inanıyoruz.
27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları, bir dönemin zihniyetini açığa çıkarmak bakımından önemli belge niteliğindedir. [...] 27 Mayıs Bakanlar Kurulu elbette dönemin yegâne yürütme gücü değildi. Hatta esas yürütme gücü de sayılamazdı.
Aksine, MBK'nın yanında, olsa olsa ancak ikinci derecede yürütme gücüne sahipti. Bu gücü bağımsız kullanma imkânına da sahip değildi. Bakanlar Kurulu inisiyatif alabilecek yürütme gücü olmaktan çok uzaktı. Bu bakımdan Bakanlar Kurulu'nu değerlendirirken, onu bağımsız yürütme gücü olarak düşünmek haksızlık olacaktır.
Diğer yandan, Bakanlar Kurulu üyelerinin askeri bir hükümete katılırken bunun olası sonuçlarını öngörememiş olmaları, ayrıca üzerinde durmayı gerektirir. Belki de bazı üyeler, 27 Mayıs darbesiyle askerlerin görevlerini yerine getirdiklerini düşünmüşlerdi. Artık görev, askerlerden çok yeni hükümete düşecekti.
Bu düşüncenin ne denli yanıltıcı olduğunu tecrübe ederek öğrenmiş olmalılar. Birinci Cemal Gürsel Hükümeti'nde kısa sürede meydana gelen önemli ve dramatik değişiklik, kanımca bu gerçekçi olmayan düşünce ile yakından ilgili olmalıdır. Bununla beraber, Bakanlar Kurulu'nun zaman zaman bu gerçekçi olmayan düşünceyi seslendirmeye devam ettiğini de biliyoruz."
Steno ile tutulup daktilo edilen, 2 Haziran 1960-16 Kasım 1961 tarihleri arasındaki 123 Bakanlar Kurulu tutanağından ulaşılabilen 111'ini kısaltmadan ve hiçbir sansüre uğratmadan yayımlayarak, yakın dönem siyasi tarihimize büyük bir katkı yaptığımıza inanıyoruz.
2012 Mardukla Randevu - Burak Eldem
Güneş sistemimizde son sınır, Pluton değil. Modern astronomların 1930'lardan beri "Gezegen X" kod adıyla izini sürdükleri, ancak yerini henüz saptayamadıkları dev bir gök cismi, kuyrukluyıldızlara benzeyen eliptik yörüngesiyle her 3661 yılında bir dünyamızın yakınından geçiyor.
Sümerler ona "Geçiş Gezegeni" anlamında Nİ.Bİ.RU dediler; Babil astronomlarıysa güçlü tanrıları MARDUK'un adıyla onurlandılar; Mısır'da, "Milyonlarca Yılın Gezegeni" diye anıldı.
Son yörünge geçişini İ.Ö. 1649 yılında yapan bu dev gök cismi, Thera yanardağının patlamasını da içeren bir dizi doğal afete yol açmış; aralarında "Mısır'dan Çıkış"ın da (Exodus) bulunduğu mitlere esin kaynağı oluşturmuş; Yakındoğu başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde siyasi ve sosyal dengeleri altüstü etmişti.
Türkiye Büyülü Hapishanem - Yalçın Küçük
"Kendi halinde "insanlık" olur mu, diğer insanların görüp de
teslim etmedikleri bir "insanlık" demek istiyorum ve olması gereklidir. Mutlak
ve bağımsız bir "insanlık" dönüşülmelidir; atasözlerini, halk felsefesi
cümleleri sayacak olursak, dilimizdeki insan kıymetini insan bilir.. Sözüne
baktığımızda bunun kolay olmadığını görebiliyoruz. İnsan bilmese de insan
olmalıdır ve diğer insanlardan bağımsız bir insanlık olduğuna inanıyorum; bu,
yaşama gücümüzdür."
Ben cezaevi sırrını Dostoyevski'de çözdüm; gardiyanlık insan iradesini kırma mesleğidir, diyordu. Tek kelimeyle dâhiyane;dâhi, çok hızlı görebilendir ve bu nedenle bazen görünmeyeni görendir. Hapsetmenin bir tek fonksiyonu var: bireyde istemeyi ortadan kaldırmak. Dün ve bugün, cezaevinin esansı budur ve bu da insanlık dışıdır.
Şimdi o demir ranzaya bakıyorum, ne kadar çiçekli; her tarafını ve bu arada her tarafımı çiçekle donatmış olduğum anlaşılıyor. Bir tek burun deliklerimde çiçek yok; sanki duvar ve demirin cansızlığından, çiçekle intikam alıyordum. Hep çiçek istiyordum. Herkes çiçek istiyordu. Fakat, Dostoyevski,bir dâhidir ve hapishane, istemeye düşmandır...
Ben cezaevi sırrını Dostoyevski'de çözdüm; gardiyanlık insan iradesini kırma mesleğidir, diyordu. Tek kelimeyle dâhiyane;dâhi, çok hızlı görebilendir ve bu nedenle bazen görünmeyeni görendir. Hapsetmenin bir tek fonksiyonu var: bireyde istemeyi ortadan kaldırmak. Dün ve bugün, cezaevinin esansı budur ve bu da insanlık dışıdır.
Şimdi o demir ranzaya bakıyorum, ne kadar çiçekli; her tarafını ve bu arada her tarafımı çiçekle donatmış olduğum anlaşılıyor. Bir tek burun deliklerimde çiçek yok; sanki duvar ve demirin cansızlığından, çiçekle intikam alıyordum. Hep çiçek istiyordum. Herkes çiçek istiyordu. Fakat, Dostoyevski,bir dâhidir ve hapishane, istemeye düşmandır...
Dahi Diktatör - A. M. Celal Şengör
Atatürk hâlâ önemli mi bizim için? Çok önemli. Peki akıl bizim için önemli mi, aklımızı kullanmak zorunda mıyız? Buna verilecek cevap neyse, Atatürk'ün bugün bizimle ilgili olup olmadığı, onun adını hatırlayıp hatırla-mamız, onun yaptıklarından ders alıp almamamız gerektiği ortaya çıkacaktır. Kendisinin de söylediği budur.
Atatürk bize aklın neler yapabileceğini göstermiştir. Bunun mümkün ol-duğunu göstermiş; ama "Ben böyle diyorum, böyle yapın" dememiştir. Bilakis, "Ben hiçbir şey söylemiyorum, sadece aklınızı rehber edinin" demiştir. Yaptığı bütün inkılapların gayesi de aklın rehberliğinde Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağa uygun, bütün mana ve biçimiyle uygar bir toplum haline dönüştürmektir.
Atatürk bir diktatör mü, değil mi? Son yıllarda yazılmış en iddialı Atatürk kitabı olmaya aday bu eserde bu ve daha birçok sorunun cevabını bulacaksınız.
(Tanıtım Bülteninden)
Atatürk bize aklın neler yapabileceğini göstermiştir. Bunun mümkün ol-duğunu göstermiş; ama "Ben böyle diyorum, böyle yapın" dememiştir. Bilakis, "Ben hiçbir şey söylemiyorum, sadece aklınızı rehber edinin" demiştir. Yaptığı bütün inkılapların gayesi de aklın rehberliğinde Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağa uygun, bütün mana ve biçimiyle uygar bir toplum haline dönüştürmektir.
Atatürk bir diktatör mü, değil mi? Son yıllarda yazılmış en iddialı Atatürk kitabı olmaya aday bu eserde bu ve daha birçok sorunun cevabını bulacaksınız.
(Tanıtım Bülteninden)
24. Gün Öğleden Sonra - A. Hakan Soysal
24. Gün Öğleden Sonra zevkle okunabilecek polisiye romanlardan biridir. Sevgilisi ırmak’tan ayrılmış olan yazar Ahmet 24 gün boyunca içmiş ve sonrasında komiser arkadaşı olan Talat’a denk gelir. Talat yazara o eski evinde ne saklıyorsa derhal çıkarmasını söyler.
Ahmet arabasına baktığında arabası kan içinde olduğunu görür ve önceden silahını gömdüğü yere gider ve gözlerine inanamayacağı bir şey ile karşılaşır. Yerde kesilmiş bir kafa ve fark eder ki bu eski sevgilisi olan Sevil’in kafasıdır. Ahmet ne olduğunu anlamadan onu almaya gittiğinde kafa sayısı ikiye çıkar ve diğer kişinin de Irmak olduğunu görür.
Acaba Ahmet’e birisi komplo mu kurdu ?
Bunu yapan kim olabilirdi ?
Nasıl bir psikolojik baskı altında kaldı ?
Peki ya tanıdıklarıyla ilişki ne yönde gelişti ?
Ahmet arabasına baktığında arabası kan içinde olduğunu görür ve önceden silahını gömdüğü yere gider ve gözlerine inanamayacağı bir şey ile karşılaşır. Yerde kesilmiş bir kafa ve fark eder ki bu eski sevgilisi olan Sevil’in kafasıdır. Ahmet ne olduğunu anlamadan onu almaya gittiğinde kafa sayısı ikiye çıkar ve diğer kişinin de Irmak olduğunu görür.
Acaba Ahmet’e birisi komplo mu kurdu ?
Bunu yapan kim olabilirdi ?
Nasıl bir psikolojik baskı altında kaldı ?
Peki ya tanıdıklarıyla ilişki ne yönde gelişti ?
Kabala Yahudi Kadim Mistik Öğretisi - A. Ekrem Ülkü
Yahudi mistisizmi 4000 yılı aşkın bir süredir, tüm ezoterik öğrencileri derinden etkilemektedir. Kabala öğreti son 2000 yıllık süreçte yazıya geçirilmiş ve bu konuda pek çok kitap yazılmıştır. Ancak bunların çoğunun ortak sorunu belirli bir kesim hariç anlaşılmaz olmalarıdır.
Elinizdeki kitap bu sorunu aşmak için herkes tarafından olabildiğince anlaşılabilir ve açıok seçik olarak kaleme alınmıştır. Kaba la öğretisi, hem antik felsefeye hem de çağdaş felsefe ye zengin anlayışlar kazandırmıştır. Felsefe, psikoloji ve dine Kabala sembollerinin merceği ile bakıldığında, daha derin anlamlar ortaya çıkar. Bunun sonunda bu kadim mistik hazine, çağdaş ve postmodern felsefe yaklaşımı ile psikoloji ve tanrıbilim için de yer bulabilir.
Ayrıca Kabala'nın altyapısı akılsal bir yaklaşımla günümüze de uyarlanabilir. Bir örnek vermek gerekirse, Kabala'nın kaynaklarından Sefer Yetzirah'da anlatılan Evren Yaratılış süreci, modern bilimin benimsediği Big-Bang teorisi ile bire bir benzerlik göstermektedir.
Elinizdeki kitap bu sorunu aşmak için herkes tarafından olabildiğince anlaşılabilir ve açıok seçik olarak kaleme alınmıştır. Kaba la öğretisi, hem antik felsefeye hem de çağdaş felsefe ye zengin anlayışlar kazandırmıştır. Felsefe, psikoloji ve dine Kabala sembollerinin merceği ile bakıldığında, daha derin anlamlar ortaya çıkar. Bunun sonunda bu kadim mistik hazine, çağdaş ve postmodern felsefe yaklaşımı ile psikoloji ve tanrıbilim için de yer bulabilir.
Ayrıca Kabala'nın altyapısı akılsal bir yaklaşımla günümüze de uyarlanabilir. Bir örnek vermek gerekirse, Kabala'nın kaynaklarından Sefer Yetzirah'da anlatılan Evren Yaratılış süreci, modern bilimin benimsediği Big-Bang teorisi ile bire bir benzerlik göstermektedir.
Zifir - Orkun Uçar & A. Burak Turan
Cinler, insanlar, şeytanlar ve isyankar melekler zifiri bir savaşın eşiğinde! ...
Hacer-ül Esved’de gizlenen sır neydi? Amerikan askerleri Kabe’ye neden baskın yaptı? Papa ve Amerikan Başkanı Bush nasıl öldürüldü? Dünya insan kanına nasıl boğuldu?
Cehennemde büyük savaş! Şeytanın orduları yeryüzünde savaşıyor. Karanlık çağlarda, insan öncesi dünyada yaşananlar! Kız Kulesi’nin altındaki sır neydi?
Varlık Vergisi Gerçeği - A. Başer Kafaoğlu
A. Başer Kafaoğu bu kitabında, 11 Kasım 1942 yılında çıkarılan “Varlık Vergisi" hakkındaki kanunun uygulanışı ve sonuçlarıyla ilgili tartışmalara ışık tutuyor. Yazar, Salkım Hanımın Taneleri adıyla yayımlanan kitabın ve aynı isimle kamu olanakları harcanarak çevrilen, ödüllerle donatılan filmin çarpıttığı gerçekleri yerli yerine oturtuyor. Kafaoğlu, Batı’nın Türkiye’ye dayattığı azınlık politikalarının bir devamı olan “Varlık Vergisi ile azınlıklara baskı ve zulüm uygulandı” iddialarına karşı, aynı dönem, köylülerin ve emekçilerin çektiği sıkıntıları ve acıları bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.
27 Nisan 2020 Pazartesi
Küçük Ağa - Tarık Buğra
- KİTAP HAKKINDA BİLGİ
Küçük
Ağa, Tarık Buğra’nın en tanınmış ve en çok ses getiren romanıdır. 1963 yılında
ilk kez basılan kitap 486 sayfadan oluşmakta ve tek ciltten ibarettir. Son
basımı 2000 yılında Ötüken Yayınları tarafından yayınlanmıştır. Tarihi Roman
türündeki kitapta, Birinci Dünya Savaşı sonrası halkın düştüğü zor durum ve
milli mücadele konu alınmıştır. Anadolu kasabalarında işgallere karşı
direnişlerin gerçekçi anlatıları kitabın önemini artırmaktadır.
- KONU
Birinci
Dünya Savaşı ile birlikte Osmanlı Devleti eski gücünü, heybetini kaybetmeye
başlamış, isyanlar ve işgallerle zayıf duruma düşmüştür. Kitapta , bir Anadolu
kasabası olan Akşehir'den yola çıkılarak, kurtuluş mücadelesinin bir bölümü
anlatılmaktadır.Olaylar Akşehir’in bir kasabasında başla ve gelişir.
1-Dünya
Savaşı sonrası Akşehir’de durum: Dünya Savaşı resmen sona ermiş olmakla birlikte
, Osmanlı Devleti üzerinde yarattığı etkiler tüm gücüyle devam emektedir. Savaş
sonrası bir çok asker memleketlerine geri dönmüştür. Zayiatın büyüklüğü evlerine
dönen erlerin çoğunun gazi oluşuyla daha da iyi anlaşılmıştır.
Bu erlerden biri
de Salih adlı Akşehirli bir askerdir. Memleketine döndüğünde kaybettiği kolunun
acısıyla beraber , ülkenin durumunu daha acı bir şekilde anlayan Salih
gittiğinden beri çok şeyin değiştiğini görür. Önceleri dost olarak yaşayan Rumlar
ve kendi halkı şimdi birbirinden soğumuştur. Salih’in samimi arkadaşı olan Niko
da bir Rum dur ve gelişmelerden o da etkilenmiştir.
Yavaş yavaş Yunan ve İngiliz
ordularının işgal haberleri gelmekte ve iki halkın birbirine olan düşmanlığı
artmaktadır. Salih ise yüzyıllardır Osmanlı himayesinde rahatça yaşayan Rumların
bu davranışını bir ihanet olarak görmekle beraber arkadaşı Niko’dan
kopamamaktadır. Rumlarla olan dostluğu kasabalı tarafından fark edilir ve
kasabalı Salih’i dışlar.Salih artık sürekli Niko ve O’nun çevresiyle dolaşır
olmuştur.
Artık Osmanlı ve Padişaha olan güvenci de sarsılmıştır. Kaybettiği
kolunun hayatına tesiri büyük olmuştur. Kimsenin O’na hak ettiği saygıyı
göstermediğine inanan Salih kendini namazdan niyazdan çekmiştir. Öte yandan halk
işgallere tepkisiz kalmama kararı almıştır fakat bunun kimin önderliğinde
yapılacağı karmaşası vardır.
2-Hoca’nın
gelişi ve Kuvva-Hoca çatışması: Salih günler geçtikçe kendi kasabalısının
tepkisini kazanmış ve artık istenilmeyen biri olmuştur. Bu sırada kasabaya
İstanbullu Hoca adında bir hoca gönderilir. İstanbul’dan gönderiliş amacı
kasabada padişaha ve Osmanlı’ya bağlılığı teşvik edici düşünceyi
sağlamaktır.
Hoca gerçekten de çok etkili bir insandır ve halkın büyük beğenisini
ve takdirini kazanır.Vaazlarda cemaate Osmanlı padişah ve din lehinde
düşüncelerini aktarmaktadır. Bu sırada memlekette Hoca’nın düşüncesine tam ters
olmamakla birlikte, kurtuluş ümidi olabilecek bir örgüt kurulmaktadır. Kuvayı
Milliye adı verilen bu örgüt Anadolu’da işgalleri önlemek ve İstanbul ve padişah
yönetiminin boyunduruğundan kurtulmak için kurulmuştur.
Fakat Kuvayı Milliye’nin
işi çok güçtür. Memlekette işgallere karşı veya işgallerden yana bir çok örgüt
vardır. Kuvayı Milliye önce bu örgütleri kendi tarafına çekmeli veya bertaraf
etmelidir. Hocanın vaazları da Kuvayı Milliye ilkelerine ters düşmektedir. Hoca
her fırsatta padişaha bağlılıktan bahsetmektedir, Kuvayı Milliye ise padişahtan
kurtulmak, yeni bir yönetim kurmak amacını gütmektedir.
İşte bütün bu ihtilaflar
dolayısıyla Kuvayı Milliye yandaşları ve Hoca arasında bir elektriklenme ve
zıtlaşma meydana gelir. Hoca ise halka kendini çok sevdirmiştir çünkü her yönüyle
iyi ve doğru bir insandır. Fakat Hoca da kendi içinde bir yandan yaptığı işin
gerçekten doğru olup olmadığının sorgulamasını, padişaha olan güvencinin
doğruluğunun şüphesini yoklamaktadır. Kuvvacılarla Hoca arasındaki çatışma
zamanla iyice açık şeklini alır ve vaazlarda karşıt fikirler açıklanır.
3-Salih’in
Kuvayı Milliye’ye katılışı ve Hoca’nın kaçışı: Olaylar gelişirken Salih ise
unutulmuşluk ve terkedilmişlikten bir kaçış olarak Kuvayı Milliye’ye katılmaya
verir. O’nu bu kararı vermeye zorlayan başka bir şey ise yakın arkadaşı Niko’nun
da sonunda Osmanlıya karşı savaşta yer almasıdır. Salih bu ihanetin öcünün
peşinden koşacak ve kurtuluş mücadelesinde büyük rol oynayacaktır.Kuvva bir
türlü hizaya gelmeyen Hoca hakkında ölüm emri çıkartır.
Hoca evliliği ve çocuğu
ve en önemlisi de halkın zorlamasıyla Akşehir’den kaçar ve çete reislerine
sığınır. Kuvva ile arasında yaşanan kovalamacadan sağ kurtulur ve kendi başına
yanına adam da alarak bir kasabaya sığınır. Kuvva ise Hocayı kaçırdığı için
üzgündür ve Salih’i O’nu bulmakla görevlendirir. Hoca ise şimdi hangi tarafta yer
almak gerektiğinin hesabını yapmaktadır.
Kuvayı Milliye ise her geçen gün başarı
kazanmakta ve güçlenmektedir. Salih Hoca’yı bulur ve O’nu padişah hizmetinden
vazgeçerek Kuvva yararına çalışmaya ikna eder. Beraberce Çerkez Ethem’in kardeşi
Tevfik Bey’in çetesine katılırlar. Çerkez Ethem ve kardeşleri milli mücadelede
en büyük rollerden birini üstlenmiş ve gerek düşman işgallerine gerekse
ayaklanmalara karşı başarılar sağlamışlardır.
Fakat şimdi düzenli ordu ve İsmet
Paşa’nın emri altına girmek söz konusu olunca Çerkez Ethem ve kardeşleri zıt bir
tavır takınarak Kuvva’ya ve Ankara’ya karşı isyan bayrağı açmıştır. Hoca ise bu
yolun yanlış olduğuna inanır ve onları bu yoldan döndürmek için planlar
kurar. Hoca’nın amacı Çerkez Ethem ve kardeşlerini Kuvva’ya karşı cephe almaktan
vazgeçirmek olmasa bile olası bir isyan halinde güçlerini zayıflatmaktır. Bu
sırada Hoca Salih’ i haber edinmek için Akşehir’e yollar. Akşehir’de ise Hoca
öldü bilinmektedir.
Oysa Hoca hayattadır ve yeni kimliği “Küçük Ağa” ile kuvva
yararına çalışmaktadır. Hoca’nın Kuvva yararına çalıştığı haberi Salih tarafından
Akşehir’de sadece Kuvvacı olan birkaç kişiye duyrulur ve memnuniyet
yaratır. Başta Kuvayı Milliye hareketine büyük hizmet vermiş Doktor olmak üzere
Kuvvacılar Hoca’nın kendi saflarına katılışından büyük haz duyarlar.
4-Hocanın
Ethem’e ihaneti ve Ankara’ya daveti: Hoca Ethem’in İsmet Paşa hizmetine girmemek
için yapacağı en büyük saldırı olan Kütahya saldırısında O’na bir oyun oynayarak
başarısızlığını sağlar ve Kuvayı Milliye’ye en büyük hizmetini vermiş olur. Ethem
ise Yunanlılara sığınacaktır. Hoca ise bütün bu ihtiras ve gücü elinde bulundurma
tutkusuna kapılan insanlardan nefret etmektedir.
Artık savaş alanından başka bir
cephede de mücadele verilmektedir, şimdi iktidar çekişmeleri büyük tehdit
oluşturmaktadır. Hoca bunu acıyla farkeder. Ankara ise Hoca’nın başarılarından
haberdardır ve kendisini Ankara’ya davet eder. Daveti kabul eden Hoca Ankara’nın
durumunu yakından görür ve cephede savaşmanın, bu iktidar kavgasında yanlış
düşünenlere ve hainlere verilecek savaştan daha kolay olduğunu düşünür.
Fevzi
Paşa Hoca’ya yakınlık gösterir. Hoca bütün bu kişiliklerin önemini daha iyi
anlamaktadır. Memleket zafere doğru gitmektedir ve bu noktada Ankara ve Melis’e
büyük iş düşmektedir. Bu sırada Küçük Ağa yani İstanbullu Hoca Ankara'da
kendisini Akşehir'den tanıyan ve bir zamanlar zıt fikirleri yüzünden tartıştığı
Kuvvacı Doktor ile buluşur.
Doktor böyle saygıdeğer birinin kendi saflarına
katılışından duyduğu mutluluğu Hoca’ya söyler ve asıl kimliğini bilenin sadece
kendisi olduğunu, kendisi dışındakilerin O’nu Küçük Ağa diye tanıdıklarını
anlatır. Hoca ise artık özlediği eşi ve çocuğunun özlemiyle yanmaktadır.
5-Hoca’nın
Akşehir’e dönüşü ve Mehmet’i buluşu: Küçük Ağa Fevzi Paşa ile birlikte Akşehir’e
gelir ve burada da tanınmadığını ve Küçük Ağa olarak bilindiğini görür. Eşi ve
Çocuğu hakkında bilgi alır ve çocuğunu bulur fakat eşinin durumu kötüdür. Eşine
geldiğini haber eder fakat kadın ölmek üzeredir ve oğlunu Hoca’ya emanet
ettiğini söylemekle kalır ve günler sonra da ölür. Hoca daha sonra Ankara’ya
döner ve mücadeleye devam eder.
- ÇEVRE
Çevre
çoğunlukla Akşehir ve civarı olmakla beraber Milli Mücadelenin anlatısı olması
dolayısıyla hemen hemen tüm Anadoludur. Olayların büyük kısmı Akşehir'de
başlayarak civar şehirlerde devam eder.
- ZAMAN
Zaman;
Birinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllardır. Olaylar Kurtuluş Savaşı yıllarına
kadar uzanır.
- TEZ
1-Bu
zaman sürecinde ülke işgaller ve saldırılar karşısında zayıf duruma
düşmüştür. Böyle bir durumdan başarıyla kurtulmanın tek yolu ise birlik ve
beraberlik çerçevesinde mücadele etmektir. Padişah ve Halifelik kurtuluşa destek
değil köstek olmakta , düşmanla bir olarak ihanet etmektedirler ve yeni bir
düzenin kurulması şarttır.
2-Milli
Mücadele Küçük Ağa ve Salih ve Doktor bey gibi yüzlercesinin üstün başarıları ve
özverileriyle kazanılmıştır ve tarihin en büyük ve ders alınması gereken
olaylarından biridir.
- ANA DUYGU
Vatan
ve millet sevgisi, bağımsızlık duygusu. Kurtuluş savaşının küçük bir kasaba'
dan görünüşü,
- KİŞİLER
- Küçük Ağa (İstanbullu Hoca): Kurtuluş mücadelesine büyük hizmetler vermiş binlerce kişiden biri.
- Salih: Birinci Dünya Savaşında sağ kolunu kaybetmiş ve hayatının anlamını Kurtuluş Mücadelesi ile tekrar kazanan biri.
- Çerkez Ethem: Başlarda vatan ve millet için yeri tutulmaz hizmetler vermiş , cephede büyük başarılar göstermiş, fakat düzenli orduya geçme kararı alındığında tamamen zıt fikirleri benimsemiş ve zararlı olmuş bir çete reisi.
- Doktor Haydar Bey: Dünya Savaşında Yüzbaşı rütbesiyle görev yapmış ve milli mücadele yıllarında Kuvayı Milliye’ye büyük hizmetler vermiş bir asker.
- Ali Emmi: Kurtuluşu Kuvayı Milliye’de gören ve çok büyük fedakarlıklarda bulunan yaşlı bir vatandaş.
- DİL VE ANLATIM
Dil,
Kurtuluş savaşı yıllarının diline yakındır. Arapça ve Farsça kelimeler
vardır. Anlatım akıcı,olay örgüsünü aksamaya uğratmayan ve çekici bir
anlatımdır.
- KİTAP HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİM
Türk
Toplumunun verdiği en büyük milli mücadele örneği olan bağımsızlık ve Kurtuluş
Savaşı en gerçekçi biçimiyle bize ufacık bir parçasıyla yansıtılmıştır. Dönemin
zorlukları , şartları ve kişilerin fedakarlıkları abartısız biçimde
anlatılmıştır. Zafere olan inanç ve halkın dayanışması en çarpıcı biçimiyle
yansıtılmış ve kitapta adı geçen kişiler, binlerce benzerleri gibi verdikleri
üstün mücadelelerle gelecek günleri hazırlamışlardır.
- KİTAP VE YAZAR HAKKINDA BİLGİ
HAYATI:
2 Eylül 1918 tarihinde Akşehir'de doğdu. İlk ve ortaokulu Akşehir'de okudu.
İstanbul Lisesi'nin yatılı kısmında okurken bu lisenin yatılı kısmının
kapatılması üzerine kaydını Konya Lisesi'ne aldırdı ve liseyi burada bitirdi.
(1936). Lise yıllarında Tarık Nazım müstear ismiyle hikaye ve şiirler yazmaya
başlayan Tarık Buğra, İstanbul Üniversitesi Tıp ve Hukuk fakültelerinde bir süre
okuduktan sonra kaydolduğu Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümünün son
sınıfında ayrıldı.
Askerlik hizmetinden sonra Şişli Terakki Lisesi'nde muallim
muavini olarak işe başladı. Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada Oğlum(uz)
adlı öyküsüyle bin liralık büyük ödüle layık görüldüğü ilan edildi. (1948).
Ancak, Tarık Buğra'ya bu para yerine altın bir kalem ödül olarak verildi.
Aynı
yarışmada Doğan Nadi'nin bölük komutanı birinci ilan edildi ve bu zatın hikayeci
olarak adına ikinci bir kez daha rastlanılamadı. Yine de bu ödül neticesinde
aldığı yoğun iş teklifleriyle basın hayatına atılma konusunda cesareti artan
Tarık Buğra, Akşehir'e dönerek Nasrettin Hoca Gazetesi'ni çıkardı (26 Temmuz
1949-28 Haziran 1952).
Milliyet gazetesi, Vatan, Yeni İstanbul gazetesi (1952-
1956), Yol Dergisi (1968) ve Tercüman gazetesinde (1970-1976) sanat sayfaları
düzenledi, fıkralar yazdı, yazı işleri müdürlüğü yaptı. Hisar dergisi ve Türkiye
gazetesinde de yazan Tarık Buğra, 26 Şubat 1994 tarihinde İstanbul'da öldü.
ESERLERİ:
- Bu Çağın Adı,
- Dönemeçte,
- Osmancık,
- Gençliğim Eyvah,
- Küçük Ağa,
- İbiş'in Dünyası,
- Firavun İmanı,
- Yarın Diye Bir şey Yoktur,
- Siyah Kehribar,
- Politika Dışı,
- Yağmur Beklerken,
- Yalnızlar.
Gelibolu - Buket Uzuner
- KONUSU
Çanakkale Savaşlarında şehit olan dedesinin kayıp mezarını bulmak
için uğraşan Yenizelandalı Viktorianın öyküsü…
- ESERİN KISA ÖZETİ
Viktoria Taylor Çanakkle savaşlarında şehit olan dedesinin mezarını
bulmak amacıyla Yenizelanda’dan Geliboluy’a gelmiştir. Rehberi Mehmet ile
gelibolunun küçük köylerinde gezen Viki bir köy kahvesinde, adına özel bir köşe
hazırlanan , Çanakkale savaşlarınd şehit düşmüş olan Ali Osman Taylar’ın resmini
görünce bu kişinin dedesi olduğunu iddia eder. Ancak köy halkı vatan için
savaşmış ve kanını akıtmış Türk şehidi Ali Osman Taylar’a yapılan bu davranışı
çok büyük bir hakaret olarak karşılar ve Viktoria’yı derhal köyden
uzaklaştırırlar. Bu olaydan tüm Türkiyenin tv ve basın sayesinde kısa sürede
haberi olur. Viktoria bu iddiasını kanıtlamak için Ali Osmanın halen hayatta
olan kızı ile görüşmek için elinden gelen herşeyi yapar. Ali Osmanın kızı olan
Beyaz Taylar adeta ayaklı bir tarihtir. Çok inatçı olan bu kadın, dış
görünüşünün zıttına çok zeki ve biligilidir. Viktoria ile konuşurken tercüman
kullanmadan kendisi ingilizce konuşmaktadır. Viki beyaz halanın inadını kırmayı
başarır ve onunla görüşür. Bu görüşmeden sonra gerçekler birbir ortaya çıkar.
Ali Osman Taylar aslında bir anzak askeridir ve savaşta ağır yaralanmıştır. Onu
bir çukurun içerisinde hareketsiz halde bulan Beyazın annesi yaralarını
iyileştirmiş ve iyi bir duruma getirmiştir.Bir süre sonra da evlenmişlerdir.
Viktoria, Ali Osmanın torunudur aslında. İşte tüm bunlar Beyaz hala sayesinde
birbir ortaya çıkmıştır. Viktoria iddiasında haklıdır ve bunu uzun ve zor
uğraşlardan sonra kanıtlamayı başarmıştır. Ancak bu olay ne basına ne de köy
halkına bu şekilde aktarılmamıştır. Çünkü onların tepkisi ile karşılaşabilir ve
bunu kabullenmeyebililerdi. Doğruyu yalnızca üç kişi biliyrdu. Victoria, Beyaz
hala ve Beyaz halanın yeğeni Ali Osman.
- MUHTEVA BİLGİSİ
a) Eserdeki kişilerin tasviri:
Beyaz Taylar: Çok inatçı ve sert bir kişiliğe sahiptir. Ancak bu
sert kişiliğin altında bambaşka duygusal bir insan daha vardır aslında.
Babasından aldığı bilgileri kendi çabaları ile geliştirmiştir. Bu nedenle çok
bilgili ve zekidir. Ancak okulu elinde olamayan nedenlerle yarıda bırakmıştır.
Viktoria: Fiziksel olarak; Uzun boylu, biraz zayıf, uzun saçlı ve güzel br
turist kızıdır. Manevi değerlerine sıkısıkıya bağlıdır. Bu yüzden dedesinin
mezarını bulabilmek için elinden geleni yapmıştır.
b) Olayın geçtiği yer ve zaman: Olay Çanakkale’nin Gelibolu
yarımadasında geçmektededir. Eserin içinde mektuplara yer verilliş . Bu
mektuplar Birimci dünya savaşında yazılmıştır.Ancak Kitap geçen olay 1993-1995
yılları arasında geçiyor.
c) Anafikir: Başkaları ne derse desin herzaman kendi fikirlerimizin
arkasında olamalıyız.
d) Tür Bilgisi: Bu eser bir romandır. Roman, düz yazı biçiminde
yazılan ve öyküye göre daha uzun olan bir edebiyat türüdür. Romanın en yaygın ve
en kısa tanımlarından birisi budur. Roman, kişi ve olaylar aracılığıyla geçmişin
ve bu günün gerçek yaşamını, az ya da çok karmaşık bir örgü içinde anlatan bir
edebiyat türü olarak tanımlanır. Bazı tanımlamalara göre ise roman bir düş
ürünüdür. Gerçek yaşama uygun olabileceği gibi uygun olmayabilirde; romancı
kendi kafasında kurduğu bir dünyayı yansıtabilir. Romanda serüven; gelenek.
Görenek ve kişilerin incelenmesi duyguların ve tutkuların çözümlemeleri vardır.
Bütün bu tanımlamalar ve nitelemeler çağdaş roman içinde geçerli olmakla
birlikte, daha çok 19. yy romanının özelliklerine dayanır.
- ESER HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞ
- Eser Tarihsel bir roman özelliği taşıyor. Ancak tamamen bir kurgu.Buket Uzunerin akıcı anlatımı sayesinde okuyucuyu kesinlikle sıkmıyor. Sayfa sayısı fazla olmasına rağmen bir solukta okunabiliyor.
- YAZAR HAKKINDA BİLGİ
- Gazetelerde yazdığı köşe yazıları ile tanınan Buket Uzuner son zamanlarda yazdığı akıcı kitapları ile adından çokça söz ettirmiştir. Yazar hakkında ayrıntılı bir bilgi yoktur.
Akşam Güneşi - Reşat Nuri Güntekin
KİTABIN ADI | AKŞAM GÜNEŞİ |
---|---|
KİTABIN YAZARI | REŞAT NURİ GÜNTEKİN |
YAYIN EVİ VE ADRESİ | İNKİLAP YAYINEVİ ,CAĞALOĞLU/İSTANBUL |
BASIM YILI | 1982 |
DÜZENLEME | ERDOG@NER |
- KİTABIN KONUSU
Eser,
hareketli bir hayattan sonra hasta olan bir adamın başından geçen olayları ve
aşklarını anlatıyor.
- KİTABIN ÖZETİ
Necati
küçük yaşta annesini ve babasını kaybedene kadar ailesiyle birlikte Büyükada’da
yaşar. Amcası onu İstanbul’a yanına alır ve büyütür. Amcasının iki kızı vardır.
Necati orta okulu bitirdikten sonra askeri okula girer. Buradan mezun olduktan
sonra amcasının yardımıyla Fransa’ya askeri akademiye girer. Fransa’da gönlünü
epeyce eğlendirir. Buradan mezun olduktan sonra İstanbul’a döner. İstanbul’dan
Şam’a tayini çıkar.
Şam’da
sıkıcı iki yıl geçirdikten sonra Bulgaristan’a tayini çıkar. Bu göreve gitmeden
önce bir aylığına izin alır. Amcasının yanına gider. Burada amcasının büyük
kızı, kocası ile sorunları yüzünden kendisini vurur ve felç olur. Kızıyla
birlikte babasının yanına taşınırlar. Bu tatil sırasında Necati gönlünü komşu
kızı Zehra’ya kaptırır ve kendisini beklemesini söyler.
Necati
Bulgaristan’a giderken bir Türk çetesi treni durdurur. Necati’nin subay olduğunu
anlarlar ve çeteye dahil ederler. Bu Türk çetesi Rum çeteleri ile çatışmalara
girerler. Bir çatışmada Necati ağır yaralanır ve yolunu kaybeder. Dört gün gibi
bir süre terk edimiş değirmende kalır. Birisi onu bu yerde bulur ve bir
hastahaneye götürür. Değirmende kalırken çok kan kaybeder ve yarası mikrop
kapar.
Doktorlar,
Necati’ye bundan sonraki yaşamında heyecan yaşamamasını, eğer çok heyecanlanırsa
öleceğini söyler. İyileştikten sonra hastahaneden ayrılır ve İstanbul’a
amcasının yanına döner. İstanbul’a gidince durumu Zehra’ya açıklar ve ondan
ayrılır. Necati’nin amcası görev sırasında ölmüştür ve yeni haberi olur. Nilgün,
Necati ile ilgilenir ve ona bakar.
Bir
süre sonra Nilgün, Necati ile evlenir. Hastalığından dolayı düzenli bir hayat
sürmek için babasından miras kalan Büyükada’daki çiftliğe yerleşir. Bir süre
sonra Leyla çifliğe ziyarete gelir. Leyla büyümüş ve genç bir kız olmuştur.
Necati ve Leyla çiftlikte gezerler, ata binerler, beraber dolaşırlar. Bu sırada
birbirlerine bağlanırlar. Ve bir gün baloda Leyla ile dans ederken aşırı
heyecanlanır ve ölür.
- KİTABIN ANA FİKRİ
Hayat
herzaman umduğumuz gibi gitmeyebilir, fakat değişikliklere kendimizi
hazırlamalıyız.
- KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
NECATİ;
gençliğini dolu dolu yaşamış, istegiği herşeyi yapmıştır. Geçirdiği hastalıktan
dolayı eski hareketliliği kalmamıştır. LEYLA; sevecen, çok güzel bir kızdır.
Gönlünü genç yaşta Necati’ye kaptırır. NİLGÜN; yardımsever ve iyi kalpli bir
kızdır. Necati’ye çoçukluğundan beri aşıktır, fakat bunu söyliyemez.
- KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER
Olaylar
başlangışta akıcıdır, fakat sonlara doğru okuyucuyu fazla etkileyememiştir.
Eserde yabancı tamlamalar kullanılmasına rağmaen, anlaşılır bir dille
yazılmıştır.
- YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ
İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ ni bitirdi (1912). Bursa’ da başladığı (1913)
öğretmenlik hayatına çeşitli okullarda devam etti. Milli Eğitim müfettişi
(1931), Çanakkale milletvekili (1933-43), Paris Kültür Ateşesi ve emekli (1954)
oldu, kanser tedavisi için gittiği Londra’ da öldü. İstanbul’ da Karacaahmet
Mezarlığı’nda gömülü.
- ROMANLARI
- * Gizli El (1922),
* Çalıkuşu (1922),
* Damga (1924),
* Dudaktan Kalbe (1925),
* Akşam Güneşi (1926),
* Bir Kadın Düşmanı (1927),
* Yeşil Gece (1928),
* Acımak (1928),
* Yaprak Dökümü (1930),
* Kızılcık Dalları (1932),
* Gökyüzü (1935),
* Eski Hastalık (1938),
* Ateş Gecesi (1942),
* Değirmen (1944),
* Miskinler Tekkesi (1946),
* Harabelerin Çiçeği (1953),
* Kavak Yelleri (1950),
* Son Sığınak (1961),
* KanDavası (1955).
- HİKAYE KİTAPLARI
- * Tanrı Misafiri (1927),
* Sönmüş Yıldızlar (1927),
* Leyla ile Mecnun (1928),
* Olağan İşler (1930).
Anahtar - Refik Halit Karay
KİTABIN ADI | ANAHTAR |
---|---|
KİTABIN YAZARI | REFİK HALİT KARAY |
YAYIN EVİ | İNKILAP YAYIN EVİ |
BASIM YILI | 1992 |
DÜZENLEME | ERDOG@NER |
- KİTABIN KONUSU
Kitap
konu olarak toplumda ailede yaşanan çeşitli sorunların aileyi nerelere
götürdüğünü anlatır.
- KİTABIN ÖZETİ
Olay
İstanbulun boğaz’a bakan yalılarında yaşayan insanlar arsında geçmaktedir. Kenan
hali vakti yerinde işinde niyazında bir memurdur . perihan isminde bir kadınla
evlidir yalnız kenan’ın aldatılma korkusu vardır. Bir gün Kenan oturdukları
köşkün anahtarını kaybeder ; ama evin sahibi olduğu için ne karısına ne de hiz
metçiye anahtarı kaybettiğini bir türlü söyleyemez. Bu neden yeni bir anahtar
yaptırmanın bütün işleri yoluna koyacağını düşünür.
Aklına
hemen karısının bir anahatrı daha olabileceği gelir ve karısına ait olan
eşyaları karıştırmaya , anahtarı bulamk için etrafı döküp saçmaya başlar. En
sonunda karısının eski çizmelerinin arasında bir konak kapısı anahtarı bulur.
Her şey tamamdır ama ne de olsa karısına bir şey çaktırmamak lazımdır ve hemen
etrafı toplamaya baslar.
Ertesi
gün işe giderken yolunun üzerindeki bir çilingire gider ve anahtarı yapmasını
rica eder. Çilingir en erken yarın yapabileceğini söyler; ama Kenan bir yolunu
bulup çilingiri anahtarı aksma yapmaya ikna eder nede olsa aksama eve kendi
anahtarı ile girmek ister.
Aksam
olur ve Kenan eve gitmek üzere evin yolunu tutar. İçinde tahmin edemediği
çeşitli korkular ve kaygılar vardır. Eve geldiğinde evin görkemli kapısı önünde
uzanmaktadır. Anahtarı, kafasından geçen bin bir türlü kaygıya rağmen cebinden
çıkarır ve kapıyı açmayı dener. Fakat korktuğu başına gelmiştir anahtar kapıyı
açmamaktadır ama neden?
Belkide
yanlış anahtarı aldı ve yanlış anahtar kopyalandı ya da… perihan o anahtarla
başka bir yerlere kimbilir başka birilerinin evlerine gidiyordur diye düşünür.
İçini tümbenliğini bir gariplik bir tuhaf korku kaplamaya başlar. Ve etrefında
ki herkesten şüphelenmeye başlar. Karısının arkadaşlarından kendi
arkadaşlarından ve hatta arasıra kendinden bile şüphelenir. Neden böyle bir
şüphecilik içine düşmüştür bir anahtar neden onu bu kadar zorluklara sürükler
onu çözmeye çalışır. En sonunda bir gün bu gereksiz düşüncelerinin yersiz
olduğuna karar verir.
Bir
gün Kenan çok fena bir şekilde hastalanır ve tüm hayatı bir filim şeridi gibi
gözlerinin önünden geçer. Bu kuruntuları yıllardır aynı yastığa baş koyduğu
karısını alacak onu Kenan’dan uzaklaştıracak duruma gelir . kendinden
utanır.
Perihan
Kenan’ı ziyaret etmeye gelir. Kenan neredeyse Perihan’ın yüzüne bakamayacak
kadar utanıyordur ve dayanamaz anahtarın nerenin anahtarı olduğunu sorar.
Perihan aniden bir kahkaha patlatı verir. Kenan hemen gücenir çünkü böylesi
hayati bir önem taşıyan konu nasıl olurda bir kahakaha sebebi olabilir. Perihan
durumu ona iyileşince anlatacağını açıklar.
Kenan
iyileşir. Perihan onu doğruca Boğaza ,bir Boğaz yalısına götürür. İşte merak
ettiğin anahtar bu yalının kapılarını açıyor der ve şehirden kaçmak için bu
yalının anahtarını hatıra olarak aldığını söyler. Kenan aniden Perihan’a sarılır
ve gözlerinden süzülen yaşlara hakim olamaz ve artık bu yalıda yaşamaya karar
verirler.
- KİTABIN ANA FİKRİ
Kitap
her ne olursa olsun insanlara ön yargı ile yaklaşılmaması gerektiğini anlatmaya
çalışır.
- KİTAP OLAYLARI VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
- KENAN: hali vakti yerinde iyi bir devlet memurudur. Oldukça varlıklıdır ve perihan adında bir karısı vardır.
- PERİHAN: Perihan daha önce bir evlilik geçirmiş olan fakat aradığını bulamayan bir kadın aynı zamanda Kenan’ın karısıdır.
- KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER
Kitap
seçilen bir aşk konusu olarak ilk başta romantik eserleri okumasını seven okur
severlere seslenir ama ilerleyen safhalar onu neredeyse karamsarlığın hakim
olduğu bir polisye romanına çevirir. Kitap konular arsına sıkıştırılmışolan
karamsar şüpheler nedeni ile akıcılığını kaybeder ve sıkıcı bir edaya bürünür.
Yazar mekanları ve kişileri oldukça iyi seçmiştir.
- KİTABIN YAZARI HAKKINDA
Refik
Halid Karay 1888'de İstanbul'da doğan Refik Halit, Bank-i Osmani
serveznedarlarından, "bâlâ" rütbesine sahip Mehmed Halid Bey'in oğludur.
Vezneciler'de Şemsu'l-Maarif ve Göztepe'de Taş Mektep'te okuyan ve ayrıca özel
dersler de alan Refik Halid, Mekteb-i Sultani'yi terkettiği gibi, Mekteb-i
Hukuk'u da yarıda bırakıp Maliye Merkez Kalemi'ne katip olarak girdi.
1908'de
katipliği bırakarak, Servet-i Fünun'da ve Tercüman-ı Hakikat'te çalışmaya
başladı, bu arada kendisine ait Son Havadis adıyla bir gazete çıkardı ancak bunu
on beş sayı sürdürebildi. Fecr-i Ati Topluluğu'na katıldı, Servet-i Fünun'a
yazılar verdi. Kalem adındaki mizah dergisinde de "Kirpi" müstear ismiyle siyasi
mizah yazıları yazdı. Sada-yı Millet'te, bilahare Cem'de Kirpi müstear ismiyle
yazılar yazdı.
Gazeteci
Ahmet Samim'in 9 Haziran 1910'da İttihatçılarca katledilmesi üzerine İştirak
adlı gazetenin 13 Haziran 1910 tarihli nüshasının buna ilişkin yazılara
ayrılmasını sağladı ve bu yüzden İttihat ve Terakkicilerce mimlendi. "Kirpi"
müstear ismiyle yazdığı, İttihat ve Terakki Fırkası'nı yerden yere vuran
yazılarını "Kirpinin Dedikleri" adıyla bir kitapta topladı ve bu arada Hürriyet
ve İtilaf Fırkası'nın elindeki Beyoğlu Belediyesi'nde yedi ay süreyle Başkatip
olarak çalıştı, Mahmud Şevket Paşa'nın katlinden hemen sonra da,
yargılanmaksızın Sinop'a sürüldü (1913), bilahare Çorum, Ankara ve Bilecik'e
gönderildi. Bilecik'teyken ongünlük bir izinle İstanbul'a geldiğinde Ziya
Gökalp'in yardımlarıyla geri dönmedi yani sürgünlüğü son buldu (1918).
Robert
Kolej'de bir yıl kadar Türkçe öğretmenliği yaptı, bu arada Vakit, Tasvir-i Efkar
ve Zaman gazetelerinde makaleler yayınlayan Refik Halid, Damat Ferit Paşa'nın
dostluğu sayesinde, mütarekeden hemen sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası'na
katıldı, Posta ve Telgraf Umum Müdürü olarak görevlendirildi (1919). İzmir'in
işgalinden sonra Anadolu Hareketiyle İstanbul Hükumeti arasında yaşanan telgraf
krizinde İstanbul Hükumetini tuttuğu için, İstanbul'un işgalcilerden
kurtarılışının ardından 09.11.1922 tarihinde Beyrut'a kaçtı. Yüzellilikler
listesine alınması ve ihracı konusunda baskı yapılması üzerine Suriye'nin
vatandaşlığını kabul etmek zorunda kalan Refik Halid, Halep'te yayımlanan
Doğruyol ve Vahdet gazetelerini yönetti, bir ara kendi adına çıkardığı gazeteyi
de tepkiler yüzünden kapatmak zorunda kaldı.
Af
Kanunuyla, 1938'de yurda dönüp, yazmaya ve geçimini bu yoldan sağlamaya devam
eden Refik Halid, 18.7.1965 tarihinde İstanbul'da öldü.
- ESERLERİ
Romanları:
* Anahtar,
* Bu Bizim Hayatımız,
* Bugünün Saraylısı,
* Çete,
* Dişi Örümcek,
* Dört Yapraklı Yonca,
* İki Cisimli kadın,
* İkibin Yılın Sevgilisi,
* İstanbul’un İçyüzü,
* Kadınlar Tekkesi,
* Karlı Dağdaki Ateş,
* Nilgün 1-2-3,
* Sonuncu Kadeh.
* Sürgün,
* Yeraltında Dünya Var,
* Yezidin Kızı,
* Bu Bizim Hayatımız,
* Bugünün Saraylısı,
* Çete,
* Dişi Örümcek,
* Dört Yapraklı Yonca,
* İki Cisimli kadın,
* İkibin Yılın Sevgilisi,
* İstanbul’un İçyüzü,
* Kadınlar Tekkesi,
* Karlı Dağdaki Ateş,
* Nilgün 1-2-3,
* Sonuncu Kadeh.
* Sürgün,
* Yeraltında Dünya Var,
* Yezidin Kızı,
Hikaye
Kitapları:
* Ago Paşa’nın Hatıraları,
* Ay Peşinde,
* Bir Avuç Saçma,,
* Bir İçim Su,
* Guguklu Saat,
* Gurbet Hikâyeleri,
* İlk Adım,
* Kirpinin Dedikleri,
* Memleket Hikâyeleri,
* Minelbab İlelmihrab
* Sakın Aldanma İnanma Kanma,
* Tanıdıklarım,
* Üç Nesil Üç Hayat.
* Ay Peşinde,
* Bir Avuç Saçma,,
* Bir İçim Su,
* Guguklu Saat,
* Gurbet Hikâyeleri,
* İlk Adım,
* Kirpinin Dedikleri,
* Memleket Hikâyeleri,
* Minelbab İlelmihrab
* Sakın Aldanma İnanma Kanma,
* Tanıdıklarım,
* Üç Nesil Üç Hayat.
Çalıkuşu - Reşat Nuri Güntekin
KİTABIN ADI
|
ÇALIKUŞU
|
KİTABIN YAZARI
|
REŞAT NURİ GÜNTEKİN
|
KİTABIN YAZARI
|
İNKILAP KİTAPEVİ, ANKARA
|
BASIM YILI
|
1999
|
KİTABIN KONUSU
Bir subay kızı olan Feride ile teyzesinin oğlu Kamuran arasında yaşanan ve araya birçok engel girmesine rağmen birbirlerine karşı bitmeyen aşklarını anlatıyor.
KİTABIN ÖZETİ
Pek küçük yaşındayken annesi ölen Feride, babası da sınır sınır dolaşan bir subay olduğu için büyükannesinin yanında büyümüştür. Okul çağına gelince Feride’yi İstanbul’da ki bir Fransız kız yatılı okuluna yollamışlardır. Feride neşeli, zeki, çok asi, ele avuca sığmaz çok hareketli bir kızdır. Fırsat buldukça bir erkek gibi ağaçlara tırmanıp daldan dala atladığı için öğretmenlerinden biri onu çalıkuşuna benzetmiş, sonra da bu benzetme, onun adı olarak kalmıştır.
Babasının da ölmesi üzerine Feride’nin, yakını olarak sadece bir teyzesi kalmıştır. Feride, okulun büyüklü küçüklü tatillerini her zaman teyzesinin evinde geçirmektedir. Bu teyzenin Kamuran adlı, Feride’ den büyük bir oğlu vardır. Kamuran Feride’ ye karşın ağır başlı, kız gibi bir erkekdir. Bu yüzden Feride sürekli onla dalga geçmektedir. Fakat bunların arasında Kamuran, Feride’yi farkinda olmadan büyük bir aşkla sevmeye başlamışdır. Bu sevgi bir süre sonra karşılıkta görür. Feride de Kamuran’a karşılık vermektedir. Feride’ nin teyzeside bu durumu çok istediği için, Feride okulunu bitirdikten sonra iki gencin evlenmeleri kararlaştırılır.
Düğün hazırlıkları tamamlanmak üzereyken, bir gün kadının teki çıka gelir ve Feride’ye Kamuran’ın Avrupa’da bulunduğu sırada orada bir kızla aşk yaşadığını söyler. Bu durum hiçbir şeyi umursamaz gibi görünen Feride’yi çok derinden etkilemiştir. Feride bunun sonucunda gururuna yenilir ve derhal teyzesinin evinden uzaklaşır, yolunu izini kaybettirir. Bu yüzden evlenmede gerçekleşemez.
Feride nereye gideceğini düşünürken onu çok seven sütannesi aklına gelir ve oraya gider. Sütannesi onu görünce çok sevinmiştir. Feride bir süre sütannesinin evinde kalır. Bu arada oraya buraya başvurur bir iş için çünkü sütannesini daha fazla rahatsız edemeyeceğini ve yanındaki paranın da ona çok fazla yetmeyeceğini bilmektedir.
Başvurularının sonunda Anadolu’da bir ilkokul öğretmenliği elde eder. Şimdi o hayat dolu hiçbir şeyi umursamayan genç kız artık bir öğretmen olmuştur. Feride Anadolu’yu hiç yadırgamaz. Zeyniler adlı bir köyde öğretmenliğe başlar. Zeyniler köyü Anadolu’nun çok ücra bir köşesindedir. Bu köyde Feride yaptığı herşeyi günlüğüne yazmaya başlar.
Bir zamanlarının hayat dolu asi genç kızı şimdi hayatı tanıma yolundadır. İster istemez ağır başlı olmayı öğrenmiştir. Ama başına gelen bunca şeye rahmen kötümser değildir. O köydeki fakir üstü yırtık pırtık olan öğrencilerini çok sevmiştir. Öğrencilerinin her biriyle ayrı ayrı ilgilenmek ona büyük bir zevk vermektedir. Öğrencileri arasında Munise adında ortada kalmış, annesi kötü yola düşmüş bir kız vardır. Annesi yüzünden köylüler kızıda hiç sevmiyorlar. Feride, Munise’ye acır ve onu evlatlık alır. Feride çok mutlu olmuştur , aynı zamanda Munise’de çok sevinmiştir bu olaya.
Bir süre sonra Zeyniler köyü okulu da kapatılır. İşsiz kalan Feride başka bir yerde öğretmenlik yapmak için başvurmak amacıyla ile gider. Milli Eğitim Müdürlüğü’nde eski bir okul arkadaşına rastlar ve onunla Fransızca konuşur, Milli Eğitim Müdürü de bu olayı görünce, Feride’ yi merkezde kız öğretmen okulunda fransızca öğretmeni olarak görevlendirir. Feride fiziki olarak çok güzel bir kızdır ve bu fiziki güzelliğinin burda çok fazla göze çarpması Feride’yi endişelendirir.
Ayrıca Feride’nin öğretmenlik yaptığı okuldaki müzik öğretmenide Feride’ye karşı büyük bir aşk duymaktadır. Fakat bu aşk bir ümitsiz vakadır. Ayrıca şehirde büyük dedikodularada yol açmıştır. Feride’ nin burda peşine bir çok erkek düşmüştür. Bu durum ise Feride’yi endişelendirmektedir. Bu yüzden tayinini ister. Böylece birkaç yer dolaşır. Bir sürede İzmir’de varlıklı bir ailenin kızlarınada özel ders verir. Fakat Feride’nin gittiği her yerde muthiş fiziği ve güzelliği başına dert açmaktadır. Feride bu güzelliği ve yalnızlığı çok kişinin dikkatini çekmektedir.
Feride daha Zeyniler’de iken bir askerin yaralanması ve oraya getirilmesi sırasında doktor Hayrullah Beyle tanışmıştır. Doktor, Feride’ye bu kadar güzel bir kızın böyle bir yerde ne aradığını, kesinlikle bir aşk meselesi yüzünden gelmiş olduğunu söylemiş Feride ise bunu reddetmistir. Yıllardan sonra tekrar Kuşadasın’da buluşurlar. Bu sırada Feride’nin okulu kapatılıp hastaneye çevrilmiştir. Feride artık doktorum himayesine girmiştir. Bir hasta bakıcı gibi doktora yardım etmiştir. Doktor Feride’yi ve artık büyümüş olan Munise’yi kendi öz kızları gibi sevmektedir. Ancak bu sırada doktor birgün ağır hastalığı olan birine bakmaya gittiği zaman Munise ağır bir sekilde hastalanır. Doktor dönesiye kadar kız yavaş yavaş, acı çeke çeke ölür. Munise’nin nezle sanılan hastalığı kuşpalazıdır.
Feride, Munise’ nin ölmesinden sonra kendini kaybedecek şekilde hastalanır. Günlerce doktorun evinde yatar. İyileştiği sıralarda doktor Hayrullah bey ne kadar yaşlı olursa olsun ikisi için bir söylenti cıkmıştır. Bu da o zamanın şartlarından dolayı olmuştur. Kasabayı türlü dedikodular alıp götürmektedir. Bekar bir erkeğin evinde genç güzel ve bekar bir kadının olması çok fazla dedikoduya yol açmıştır. Doktor bu dedikodulardan kurtulmak için çok pratik bir yol bulmuştur. Feride’yi de zorla ikna ederek evlenmişlerdir. Ancak tabiki bu evlilik sadece kağıt üzerindedir ve dedikoduların bitmesi içindir. Feride doktoru babası gibi sevmektedir.
Doktor, Feride’nin defterini bulmuş ve baştan sona kadar okumuştur. Feride’nin her şeye rağmen Kamuran’ı sevdiğini öğrenmiştir. Gizli araştırmalar yapar. Kamuran bu zaman içinde evlenmiş ve eşi ölmüştür. Şimdi dört yaşlarındaki çocuğu ile yaşamaktadır. Doktor, Kamuran’a bir mektup yazar ve bu mektupta Kamuran’a bütün olan biteni anlatır. Feride ise bu sırada defterinin kaybolduğunu sanmaktadır ve defterini bütün aramalarına karşın bulamamıştır. Doktor yazdığı mektupla defteri ve bazı belgeleri paket haline getirmiştir. Feride’ye ölümünden sonra bu paketi Kamuran’a götürmesini vasiyet etmiştir. Doktor zaten oldukça yaşlıdır bu yüzden kısa bir süre sonra da ölür.
Feride, doktorun ölümünden sonra, hem paketi teslim etmek hem de çok özlediği teyzesini görmek üzere, Tekirdağ’a teyzesinin yanına gider. Niyeti orda fazla kalmamaktır. Paketi teslim edip bir iki gün kalıp Kuşadası’na geriye dönmektir. O günlerde ne rastlantı ki dinlenmek için Kamuran’da Tekirdağ’a gelmiştir. Feride paketin içinde neler bulunduğunu bilmemektedir. Bu içinde neler bulunduğunu bilmediği paketi teslim eder.
Ama doktorun öldüğünü onlardan gizlemiştir. Böylece Kuşadasın’da doktorun yaşadığı bahanesiyle zorlanmadan geriye dönebileceğini ummaktadır. Fakat umduğu gibi olmaz teyzesi bu paketi Feride gitmeden bir gün önceden Kamuran’a verir. Kamuran o gece kardeşiyle birlikte defteri okur. Böylece, Feride’nin kendisini hala sevmekte olduğunu anlar. Hem de doktorun tembihlerini öğrenir. Kendisiyse, Feride gittiğinden beri Feride’yi unutamamiştir ve hala sevmektedir.
Feride, yeterince kaldığını ve geri dönmesi gerektiğini söyleyerek yola çıkmak üzere hazırlanır. Feride hayatla çok didişmiş ve artık bu gücünü yitirmiştir. Artık doktorunda olmadığı Kuşadası’na gitmek onunda hic işine gelmemektedir. Kuşadası’na dönmek, Feride’yi çok fazla üzmüştür. Ama bu durumunu etrafındakilere hiç belli etmemektedir. Bunu atrafındakilerin anlamasını istemez. Feride’yi götürecek araba kapıya yaklaşır.
Fakat bu bir oyundur. Kamuran ve kardeşinin hazırladığı bir oyundur. Feride arabaya yaklaştığı zaman arabadan birden Kamuran iner ve Feride’yi kucaklar. Zaten tüm ev halkıda Feride’ nin tekrar yuvadan uçmasını istemiyorlardır. Bunun için tüm ev halkı elbirliği yapmıştır.
Feride’nin tüm istemiyormuş gibi davranmaları olmaz demeleri falan boşadır. Kırık dökük kelimelerle bu oyundan kurtulmaya çalışmıştır ama nafile kurtulamamıştır. Çünkü, Kamuran artık kararlıdır ve ikinci bir gaflete düşmeyecektir. Bunu Feride’ye de onu bir daha kaybetmeyi göze alamayacağını ve onu şu an bile deliler gibi sevdiğini söyler. Çalıkuşu, gizli bir mutlulukla ve huzurla kendini Kamuran’ın kollarına atar.
KİTABIN ANAFİKRİ
Aşkın araya ne girerse girsin asla yok olmayacağıdır.
KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Feride(Çalıkuşu): Fransız okulundan mezun; çok güzel, haşarı, canlı, cıvıl cıvıl, yaramaz, duygusal ve akıllı, canayakın, sevimli bir İstanbul kızıdır.
Kamuran: Feride’nin teyzesinin çok kibar, yakışıklı, sarışın, yüksek öğrenimli, fakat zenginliğinden dolayı herhangi bir işle uğraşmayan oğludur.
Doktor Hayrullah: Canayakın, iyi kalpli, yaşlı, sevimli, biraz inatçı ve sinirli biridir. Hayatını insanların mutluluğuna adamıştır.
Munise: Küçük, sarışın ve güzel bir köy kızıdır. Güzel olduğu kadar zeki ve nazik bir kızdır. Feride’nin yalnız geçen günlerinin tek dayanağı olmuştur.
KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER
Kitap, bir romantik roman olduğu için, özellikle duygusal insanların ellerinden bırakamayacakları bir kitaptır. Kitap sade bir dille yazıldığı için akıcı ve sürükleyicidir. Olayların büyük bir bölümünün Anadolu’nun köylerinde geçmesi romana ayrı bir hava vermiştir. Romanda kullandığı idealist bir karakter olan Feride, insanın idealleri uğruna birçok şeyden vazgeçebileceğini göz önüne sermiştir.
KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ
Reşat Nuri Güntekin 25 Kasım 1889 tarihinde İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi (1912). Bursa’da başladığı (1913) öğretmenlik hayatına çeşitli okullarda devam etti. Milli Eğitim müfettişi (1931), Çanakkale milletvekili (1933-43), Paris Kültür Ateşesi ve emekli (1954) oldu, kanser tedavisi için gittiği Londra’da öldü. İstanbul’da Karacaahmet Mezarlığı’nda gömülü.
Yazı hayatına Birinci Dünya Savaşı sonlarında (1917) başlayan, ilk eseri de Eski Ahbap (uzun hikaye) 1917’ de basılan Reşat Nuri, 1918’ de tiyatro eleştiri ve araştırmaları yayımlarken bir yandan da hikayeler (Şair Dergisi, 1918/19; Nedim Dergisi, 1919; Büyük Mecmua, 1919) yazıyordu. Çalıkuşu’ nun Vakit gazetesinde tefrikasıyla (1922) geniş bir ün kazandı.
Çok hareketli bir eser olan Çalışkuşu’ nda Anadolu, ilk idealist ve aydın kızı Feride’ ye kavuştu, geniş ölçüde romana girdi. Bu roman az okumuş ve aydın, iki sınıfı da, doğal ve canlı diliyle kendine bağladı. Reşat Nuri’ nin hemen bütün romanlarında dekor olarak taşra kasaba ve şehirleri çevre, tip, çeşitli problem ve görüşleriyle Anadolu atmosferi görülür. Romanlarında sosyal ve hissi konuları işleyen yazar, küçük hikayelerinde bunların yanına mizahı da ekledi.
Yazdığı, çevirdiği, kitap biçimine girmiş veya dergi, gazete sayfalarında, tiyatro repertuarlarında kalmış tüm eserlerinin toplamı yüzü bulur; bunlardan 19 tanesi telif romandır, 7 tanesi hikaye kitabı. Yazdığı, çevirdiği, uyarladığı, oynanmış, basılmadan kalmış oyunlarının sayısı roman ve hikaye kitaplarının sayısını da aşar. 7 Aralık 1956’da İstanbul’da öldü.
ESERLERİ
Hikaye kitapları:
- Tanrı Misafiri (1927),
- Sönmüş Yıldızlar (1927),
- Leyla ile Mecnun (1928),
- Olağan İşler (1930), vb.
Gezi yazıları:
- Anadolu Notları (ilk cildi 1936; ikinci cildi 1966).
Oyunları içinde en ünlüleri
Balıkesir Muhasebecisi (1953) ve Tanrıdağı Ziyafeti (1955)’ dir.
Bütün eserleri ölümünden sonra, eşi tarafından, bir külliyat halinde yeniden bastırıldı.
Romanları:
- Gizli El (1922), Çalıkuşu (1922),
- Damga (1924),
- Dudaktan Kalbe (1925),
- Akşam Güneşi (1926),
- Bir Kadın Düşmanı (1927),
- Yeşil Gece (1928),
- Acımak (1928),
- Yaprak Dökümü (1930),
- Kızılcık Dalları (1932),
- Gökyüzü (1935),
- Eski Hastalık (1938),
- Ateş Gecesi (1942),
- Değirmen (1944),
- Miskinler Tekkesi (1946),
- Harabelerin Çiçeği (1953),
- Kavak Yelleri (1950),
- Son Sığınak (1961),
- Kan Davası (1955),
HAKKINDA YAZILANLAR :
- Reşat Nuri Güntekin Türkan Poyraz – Muazzez Albek (Ankara, 1957)
- Reşat Nuri Güntekin Hayatı, sanatı ve eserleri Muzaffer Uyguner (Varlık Yay;1967).
- Romanıyla Reşat Nuri Güntekin İbrahim Zeki Burdurlu (İzmir Eğitim Ens. Yay., 1971)
- Reşat Nuri’nin Tiyatro ile İlgili Makaleleri Prof.Dr.Kemal Yavuz Kültür Bakanlığı Y.
- Reşat Nuri Güntekin’ in Romanlarında Şahıslar Dünyası Birol Emil (1984) adlı doçentlik tezi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)