Dolunayın ışığında bir köy mezarlığı... Mezarlığın duvarına
çarpan bir cip. Gecenin karanlığında uçuşan düşler. Issız köyün ortasında
kocaman bir cem evi. Konuğunu yitirmiş bir mezar. Cem töreninde arınmayı
bekleyen bir ölü. Bu olanların sessiz tanığı, bir araştırma görevlisi. Yıkılan
idealleriyle, sürüp giden yaşamı arasında sıkışıp kalmış bir adam. Alevi
inancına farklı bir bakış. Mistik bir gerilim romanı...
"Gözüne kestirdiği dal parçasını çekerken çalılığın arkasında
bir karartı fark etti. Feneri oraya doğru tuttu. Yanılmamıştı, az ilerde yeşil
renkli bir mezar taşı mahzun bir edayla onu süzüyordu. Bu defa korkmadı, hatta
içinde, 'Bu mezar neden mezarlığın dışında?' diye merak bile uyandı. Bir-iki
adım daha yaklaştı. Ama bu mezar bozulmuştu, iki yanında toprak birikintileri
yığılıydı.
Yeni bir ürperti dalgası sardı bedenini. Mezarın içini
görmemesine karşın, upuzun yatan ölünün yer yer etleri dökülmüş yüzü geldi
gözlerinin önüne. Öte yandan aklı hâlâ mantıklı bir açıklamanın peşindeydi.
Belki de bu mezar henüz ölmemiş biri için kazılmıştı.
Neden olmasın? insanların
ölmeden önce de mezarlarını hazırladıklarını biliyordu; iyi de, kazmakla
hazırlamak arasında büyük fark vardı.
Belki yeri alınır, hazırlıklar yapılırdı ama ölmeden mezar
kazdırılır mıydı? Belki de bu mezarı aç kalmış vahşi bir hayvan açmıştı. Eğer
öyleyse mezardaki ölüyü paramparça etmiş demekti. Doğrusu, böyle bir görüntüyle
karşılaşmak istemezdi. Yine de merakı ağır bastı; cesaretini toplayıp el
fenerini mezarın içine doğrulttu. Mezar gerçekten de boştu."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder